HAYATI

Yaşadığı dönemin en önemli bilginlerinden biri olarak kabul edilen Yusuf Has Hacib, on birinci yüzyılda (1019 yılı olduğu tahmin edilmektedir) Balasagun şehrinde doğmuş ve Karahanlılar ülkesinde yaşamıştır. İyi bir öğrenim gören Yusuf, yaşadığı dönemin alimlerinden çağının bilimlerinin yanı sıra Arapça ve Farsça dillerini öğrenerek yetişti. Türk edebiyatının bilinen önemli ilk eserlerinden biri olan Kutadgu Bilig’ı 1070 yılında Kaşgar ülkesinde tamamladı ve dönemim hükümdarı Hasan B. Arslan’a sundu. Yusuf’un şairlik gücünü değerlendiren hükümdar ona sarayda yüksek bir mevki olan “Has Hacib”lik (hükümdar dairesinin hususi memurluğu) makamını verdi. Böylece Yusuf, Yusuf Has Hacib olarak anılmaya başladı.

Yusuf Has Hacib, en önemli yapıtı olan Kutadgu Bilig’i ilk olarak Uygur harfleri ile yazdı. 6645 beyitten oluşan bu önemli eser, mesnevi biçiminde, seksen beş babla ayrılarak, faülün, faülün, faül ölçüsü ile ve Doğu (Hakaniye) Türkçesiyle kaleme aldı. Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig’de hükümdarlara memleketi iyi idare etmeyi ve halkı mutlu etmesi için neler yapması gerektiğini anlatır. Yapıtın içinde yazıldığı devrin sosyal hayatı geniş bir şekilde tasvir edilir. Yapıtta ayrıca dine, dünyaya ve hayata dair önemli ve felsefi bilgiler fikirler yer alır.

Kutadgu Bilig’in eldeki nüshalarını karşılaştırarak, Türk dilbilim kurallarının bugünkü sonuçlarına göre, asıl müshaya yakın bir eser elde etmeye Prof, Dr. Raşit Rahmeti Arat çalışmış ve elde edilen sonuç Türk Dili Kurumu Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca eserin Fergona, Mısır ve Viyana’da üç yazma nüshası da bulunmaktadır.

ESERLERİ
  • Kutadgu Bilig
ESER ÖRNEKLERİ
KUTADGU BİLİG

Dilin Meziyetini ve Kusurunu, Faydasını ve Zararını Söyler

Anlayış ve bilgiye tercüman olan dildir, insanı aydınlatan fasih dilin kıymetini iyi bil.

İnsanı, dil kıymetlendirir ve insan onunla saadet bulur, insanı dil kıymetten düşürür ve insanın dili yüzünden başı gider.

Dil arslandır, bak, eşikte yatar, ey ev sahibi, dikkat et, senin başını yer.

Dilinden eziyet çeken adam ne der, dinle, bu söze göre hareket et, onu daima hatırda bulundur.

Bana dilim pek eziyet çektiriyor, başımı kesmesinler de, ben dilimi keseyim.

Sözüne dikkat et, başın gitmesin, dilini tut, dişin kırılmasın.

Bilgili, dil için özlü bir söz söyledi, ey dil sahibi başını göz et.

Sen, kendi selametini istiyorsan, ağzından yakışıksız bir söz kaçırma.

Söz bilerek söylenirse, bilgi sayılır, bilgisizin sözü kendi başını yer.

Çok sözden fazla fayda görmedim, amma söylemek de faydasız değildir.

Sözü çok söyleme, sırasında ve az söyle, binlerce söz düğümünü bu bir sözle çöz.

İnsan söz ile yükseldi ve sultan oldu, çok söz başı gölge gibi yere serdi.

Çok konuşan kimseye bilgi “gevezelik etti” der, söylemezse de ona “dilsiz” der.

Mademki böyledir, sen fasih dil kullan, dil fasih olursa, insanı yükseltir.

Dili iyi gözet, başın gözetilmiş olur, sözünü kısa kes, ömrün uzun olsun.

Dilin faydası çok olduğu gibi, zararı da çoktur, dil bazen övülür, bazen de çok sövülür.

Mademki böyledir, sözü bilerek söyle, sözün gözsüzlere, körlere göz olsun.

Bilgisiz insan şüphesiz kördür, ey bilgisiz yürü, bilgiden nasip al.

Bak, doğan ölür, ondan eser olarak söz kalır, sözünü iyi söyle ölümsüz olursun.

İnsan, iki şey ile kendisini ihtiyarlamaktan kurtarır: biri iyi iş, diğeri iyi söz.

Bak, insan doğdu, öldü, sözü kaldı, insanın kendisi gitti, adı kaldı.

Kendin ölümsüz bir hayat dilersen, ey hakim, işin ve sözün iyi olsun.

Dili bu kadar övmekten ve arada bir sövmekten maksadım, sana sözün ne olduğunu anlatmak idi.

Her saklamağı da anlayış hor görmez, insan lüzumlu olan sözü söyler, gizlemez.

Ey yiğit, ben bu sözü oğlum için söyledim, oğul benden aşağı derecededir ve bana nasıl denk olur?

Ey oğul, biz sözümü sana söyledim, ey oğul, bu nasihatleri ben sana verdim.

Benden sana gümüş ve altın kalırsa, sen onları bu söze denk tutma.

Gümüşü bir işe sarf edersen biter, tükenir, sözümü işe sarf edersem, gümüş kazanılır.

İnsansan insana miras olarak söz kalır, vasiyet edilen sözü tutmanın faydası çoktur.

Şiirler ile Münasebetler Söyler

Sonra söz dizenler, insanları öven veya yeren bu şairler gelir.

Bunların dili kılıçtan daha keskindir ve kalplerinin yolu ise kıldan incedir.

Derin ve ince manalı sözler anlamak istersen, sözü bunlardan dinle, anlarsın.

İyice dikkat edersen, onlar denize dalarak gevher, inci ve yakut çıkarak insanlara benzetirler.

Bunlar methederlerse, bu medih bütün ülkelere yayılır, eğer hicvederlerse, insanın adı daima kötü olarak kalır.

Ey kardeş, bunlar mümkün olduğu kadar iyi muamele et, ey dost, bunların diline düşme.

Eğer kendin övülmek istersen, bunları memnun et, işte bu kadar.

Bunlar ne isterlerse ver, hiçbir şey esirgeme, böylece bunların dilinden kendini satın al.

Doktor ile Üfürükçü

Eski zamanlarda bir hakim, alim padişah vardı. Bunun saltanatı devrinde cihan genç ve taze oldu. Adı Gündoğdu idi. Ahlakı doğru idi. Himmeti ile memleketi idare etti. Nerede akıllı, bilgili varsa onu kendi yanına davet etti. Devlet idaresinde kendisine yardım edecek kabiliyetli bir adam aradı.

“Bu saltanat meselesi ve işleri büyük iştir. Sıkıntısı çoktur. Bu işleri tanzim ve idare eden akıllı zat kıymetlidir, amma az bulunur. Bana her işin idaresini bilen bir adam lazımdır” dedi. Adam aradı, bulamadı. Bütün işleri kendi omzuna aldı. İrfanı ve ilmi sayesinde memleketi yükseltti. Saltanat çok iyi şeydir. Amma kanun onu adaletle yürütmelidir. Padişah doğru olup da adaletle hareket ederse milletin vakti günü saadet içinde geçer. Gündoğdu’nun şöhreti dünyaya yayıldı. Dünya halkı bellerine saadet kuşağını bağladılar. Kuzu ile kurt katılıp beraber gezdiler. Aydoldu namında bir adam vardı. Gündoğdu’nun şöhretini işitti. Yumuşak huylu bir gençti. Akıllı ve anlayışlı idi. Yüzü de güzeldi. Dilinden faydalı sözler akardı. Bütün hünerleri öğrenmişti.

Bir gün hükümdar yalnız başına odasında oturuyordu. Aydoldu’yu çağırdı. Aydoldu kapıdan içeri girdi. Hükümdar “otur” diye işaret etti. Ay doldu hükümdarın karşısına geçti, oturdu; hükümdara çok şeyler söyledi. Hükümdar sevindi, bunu gören Aydoldu gözlerini yumdu. Hükümdar hayret etti ve sözünü kesti. Aydoldu da gözlerini açtı. Hükümdar sevinerek yine söze başladı. Aydoldu yüzünü çevirdi. Hükümdar buna kızdı.

Aydoldu bu hareketin manasını izah etti, anlattı ki bu hareketlerle kendisi devleti temsil etmiştir. Devlet bazen gözünü yumar, bazen yüzünü çevirir; ona aldanmamalı. Devlet geçici bir şeydir. Hiddet fena bir şeydir. Acele hüküm vermek de iyi değildir:

-Hakim benim vücudumu aya benzetti. Bana Aydoldu diye ad verdi. Ay doğarken küçük olur. Günden güne büyür ve yükselir. On beş günlük olduğu zaman nuru dünyayı kaplar. Sonra küçülür, kaybolur.

Sen bana inanma, talihe, saadete inanma! Talih, ikbal, akar su, eser rüzgar gibidir. Durmaz dünyayı dolaşır. Talihe inanmaz o, vefasızdır.

Aydoldu’nun bu izahlarını dinledikten sonra padişah dedi ki:

-Anladım, şimdi açık söyledin. Özrünü kabul ediyorum, kurtuldum. Bana söyle: hünerin nedir?

Aydoldu dedi ki:

-Hünerim çoktur. İnsanlara isabet eden feyiz hassası benden erişir. Yaşın küçük görünüyorsa da ahlakın makbuldür. Hep beyler büyüklüğü benden geçerler…

Bir gün hükümdar yalnız oturuyordu. Odasına kimseyi almadı, kendi kendine düşünüyordu. Aydoldu’yu çağırdı ve girmesine müsaade etti. Aydoldu huzura girdi, ellerini kavuşturdu.

Hükümdar ayağa kalktı, fakat hiçbir şey söylemeden durdu. Biraz sonra “otur!” diye gözüyle işaret etti. Aydoldu yavaşça oturdu. Gözlerini yere dikti. Göz ucuyla hükümdara baktı. Hükümdar kaşlarını çatmış, yüzünü ekşitmişti. Hükümdar gümüş bir sandalye üzerine oturmuştu. Bu sandalyenin üç ayağı vardı. Hükümdarın eline bir bıçak, sol tarafında içki ve sağ tarafında şeker bulunuyordu. Bunu gören Aydoldu çok korktu, nefesi tıkanacak gibi oldu. Bir müddet sonra hükümdar başını kaldırarak:

-Söylesene, dilsiz gibi neden susuyorsun! Dedi.

Aydoldu neden konuşamadığını izah etti:

-Sizi çok hiddetli gördüm. Beyler öfkelendiği zaman onlara yakın bulunmak doğru değildir, demişler. Dedi.

Bu sözler üzerine Gündoğdu gülümseyerek Aydoldu’yu tatmin etti. Vezir büyük bir hayret içinde idi. Hükümdar bu halini anladı ve hayretinin sebebini sordu. Vezir de hükümdarın üç ayaklı gümüş sandalye üzerinde oturmasına, elinde bıçak, bir yanında içki, bir yanında şeker bulundurmasına şaştığını, bunlara bir mana veremediğini söyledi.

Bunu üzerine Gündoğdu, bütün bunların, geçen gün Aydoldu’nun kendini anlatmasına karşılık olduğunu, kendisinin de kendini anlatmak istediğini söyleyerek şu izahlarda bulundu:

-Üç ayaklı sandalyede oturmanın sebebi şudur ki üç ayaklı şey daima üç ayağın da müsavi olması ile durur. Biri eğri, kısa oldu mu durmaz. Dört ayaklı olursa bir ayağı eğri olsa bile yine durabilir. Bu doğruluk işaretidir. İri bıçak kesicidir. Davayı keserim. Şeker odur ki mazlum benim kapımdan ağız tadiyle çıkar. İçki odur ki zalim benden hüküm alırsa kaşlarımı çatar, hiddetimi gösteririm. İster oğlum, ister yakın ve uzak kardeşlerim, ister seyyah, ister misafir olsun, hepsini müsavi görürüm. Padişahlığın esası adalettir.

Aydoldu sordu:

-Ey mutlu hükümdar! Padişahın adı neden Gündoğdu oldu?

Padişah:

-Bilginler benim ahlakımı hoş gördüler. Güneşe benzeterek bana bu adı verdiler. Güneşin nuru eksilmez, hep yüksektir. Ben de buna benzerim, diye cevap verdi.

Aydoldu:

-Senin bu faziletini işitip uzak yerlerden geldim. Söyle bana: Ne yapayım? Dedi.

Gündoğdu ona iyilik ve adaletin gerekliğini ve bunların ne olduğunu anlattı:

-Ahlakı haris, kendisi iğrenç, yaradılışı aceleci, utanmaz, hiddetli, öfkeli, adi, sarhoş ve gaddar insanlar padişah hizmetine yaramazlar, dedi.

KAYNAKÇA:  İhsan Işık / Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013), Fuad Köprülü / Türk Edebiyatı Tarihi (1980), Fuad Köprülü / Türk Edebiyatı Tarihi (1980), Büyük Larousse (C. 20, s. 12648, 1986), Ana Britannica (C. 22, s. 492, 1987), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), A. Bican Ercilasun / Büyük Türk Klasikleri (c. 1, 2004)

Paylaş