HAYATI

1844 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. 19 Mayıs 1927 günü İstanbul’da hayatını kaybetti.

Küçük yaşta, babasının ölümü üzerine Kapalıçarşı’da bir aktarın yanına çırak olarak verildi. Bir süre sonra üvey ağabeyinin yanına Vidin’e gönderildi. Vidin’de ilköğrenimine başladı. Ağabeyi görevi gereği İstanbul’a dönünce Tophane Sıbyan Mektebi’ne girdi; Niş’e atanınca da Niş Rüştiyesi’nde orta öğrenimini tamamladı. Tuna vilayetinde memurluk görevine başladı. Doğu kültürü üzerine yaptığı çalışmalarla birlikte Fransızca dersler aldığı bu yıllarda bir yandan da Tuna gazetesinde yazılar kaleme aldı, kısa bir süre sonra bu gazetenin baş yazarı oldu. Yazılarıyla Tuna valisi Mithat Paşa’nın dikkatini çekti ve Selanik Eminliği görevine getirildi. Mithat Pala Bağdat valiliğine atanınca Ahmet Mithat Efendi’yi de yanında götürdü. Burada Zevre gazetesinin müdürlüğünü yaptı. İlk eserleri olan Hace-i Evvel ile Kıssadan Hisse’yi bu dönemde kaleme aldı. Ağebeyinin ölümü üzerine İstanbul’a döndü. Tahtakale’de oturduğu evin bir odasını matbaa haline getirdi ve yayıncılığa başladı. Bir yandan da Ceride-i Askeriye Basiret gazetelerinde yazılar yazdı, Dağarcık, Kırk Ambar dergileriyle Devir ve Bedir gazetesini yayımladı.

Abdülaziz’in meşrutiyet yönetimini benimseyen aydınları çeşitli baskı yöntemleriyle sindirmek istediği bu dönemde Dağarcık dergisinde yayımladığı bir yazısında Darwinizm propagandası yaptığı iddia edilerek Rodos’a sürgün edildi. İki yıl sonra Abdülaziz’in tahtan indirilmesi üzerine İstanbul’a döndü. Abdülaziz’in ardından tahta çıkan İkinci Abdülhamid’i kuşkulandıracak hareketlerden uzak durdu. İkinci Abdülhamid’in otuz üç yıl süren hükümdarlığı döneminde Takvim-i Vekayi ve Matbaa-ı Amire müdürlüğü, Meclisi-i Umur-i Sıhhıye İkinci reisliği görevlerinde bulundu. Türk basın tarihinin en uzun ömürlü gazetelerinden biri olan Tercüman-ı Hakikat gazetesini çıkarmaya devam etti. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul Kız Muallim Mektebi ve Darülfünun’da tarih ve felsefe öğretmeni olarak görev yaptı. Fahri olarak hizmet verdiği Darüşşafaka’daki görevi sırasında nöbetçi olduğu bir gece hayatını kaybetti.

Ahmet Mithat Efendi, çağdaşları olan diğer yazar ve düşünürlerden bazı önemli özellikleri ile ayrılır. Birtakım siyasi görüşleri olmakla birlikte, devletin gözle görülür bir biçimde bir bunalıma düşmekte olan sıkıntılarından kurtuluş yolunu, Genç Osmanlılar gibi rejim değişikliğinde görmüyordu. Çok yakından tanıdığı ve içtenlikle bağlı olduğu İkinci Abdülhamid gibi, o da eğitim ve kültürün belirli bir seviyeye ulaşmadığı rejim sorunlarının öne çıkarılmasının zararlı olacağına inanmıştı. Bundan başka 19. yüzyılda Osmanlı aydınlarının birçoğunda yaygın olan Batı hayranlığı da Ahmet Mithat Efendi’de farklı bir görünüştedir. O hemen hemen bütün ebedi  ve düşünsel yapıtlarında Doğu ve Batı uygarlıklarını karşılaştırarak yüzeysel de olsa bir eleştiri sözgeçinden geçirmiş,o dönem için dikkate değer bir bireşim aramıştır. Bu amaçla, roman, öykü, tiyatro gibi edebi nitelikteki yapıtlarında olduğu kadar, bunların dışındaki kitap ve yazılarında da, hemen hemen her konuya duyduğu ilgi ve merakı okuyucuya da aşılamaya çalışmıştır. Romanlarında, çok kez eleştirilen ve alay konusu edilen olaylar arasında sıkıştırılmış ansiklopedik, hatta sıradan bilgi verme tarzını ve okuyucu ile diyalog kurma alışkanlığını onun bu halk eğitimciliği ile açıklamak daha doğru olur. Ona “Hace-i  Evvel: İlk Öğretmen” unvanını verilmesi de bu davranışının gördüğü ilgiden dolayıdır. Tanzimat’tan sonra Batı’dan alınan edebi türlerin başında gelen romanın yaygınlaşmasını sağlayan, daha da önemlisi halkı okumaya alıştırarak bir roman okuyucu çevresi oluşturan da Ahmet Mithat Efendi olmuştur. Uzun öykülerinde “Letaif-i Rivayat”, sohbet tarzında bilgi verici bazı kitaplarını da “Musahebat-ı Leyliye” adı altında diziler halinde yayımlayan Ahmet Mithat, Osmanlı basın hayatında belki ilk kez yayın dizileri çıkarıyor, böylece okuyucuda izleme düşüncesi uyandırarak okuma şevklerini arttırmaya çalışıyordu.

Ahmet Mithat Efendi, dil konusunda “Bir kelimenin Türkçesi, fakat maruf olan Türkçesi varsa, onun yerine Arapça ve Acemce bir söz kullanılırsa, lisanımızın sadeliği bir kat daha artar” gibi görüşleri ileri sürmüş olsa da sadeleşme amacına uygun bir dil kullanamamıştır.

“Olaylara tanık olmuş Ahmet Midhat’ın kendisinden dinlediğimiz için anlatılanların doğruluğundan kuşku duymamamız gerek. Geçmişe ait olaylara gelince, bunlar da uydurulmamış, bilenlerden dinlenmiş. Ahmet Midhat’ın öbür romanlarının anlatıcısı, romanı masal gibi kendi kafasından uyduran bir kurmaca ustası olarak karşımıza çıktığı halde, Müşahedat’ın anlatıcısı Ahmet Midhat bir tarihçi kesiliyor. Yazdıklarının doğru olduğu izlenimini uyandırmak için bir tarihçi gibi araştırıyor kişilerle görüşüp bilgi topluyor, gazete haberlerinden belgelerden yararlanıyor.” (Berna Moran)

ESERLERİ

HİKÂYE: Kıssadan Hisse (1870), Letâif-i Rivâyât (25 cüz 30 hikâye, 1870-94), Gençlik-Teehhül (1871), Gönül-Mihnetkeşân (1871), Firkat (1871), Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye Hikemiyatını Tasvir (1872), Ölüm Allah’ın Emri (1874), Bir Gerçek Hikâye-Fitnekâr (1877), Bekârlık Sultanlık mı Dedin? (1878), Çingene (1888), Çifte İntikam (1888), Para (1888), Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar (1888), Dolaptan Temaşa (1891), İki Hud’akâr (1895), Emanetçi Sıdkı (1895), Can Kurtaranlar (1895), Bir Acîbe-i Saydiyye (1895), Ana-Kız (1895).

ROMAN: Süleyman Musli (Süleyman Musul adıyla sadeleştirilerek, 1971), Yeniçeriler (1872), Hasan Mellah veyahut Sır İçinde Esrar (1874), Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş (1874), Zeyl-i Hasan Mellâh (1875), Hüseyin Fellah (1875), Felatun Bey’le Rakım Efendi (1875-1906), Karı Koca Masalı (1875), Paris’te Bir Türk (1876), Kafkas (1876), Çengi (1877, yeni bas. 2003, yay. haz. Mustafa Miyasoğlu), Yeryüzünde Bir Melek (1878), Henüz On Yedi Yaşında (1880), Beliyyât-ı Mudhike (1880), Karnaval (1880), Vah (1881), Acâîb-i Âlem (1881), Dürdâne Hanım (1881), Vah! (1881), Cellat (1883), Volter 20 Yaşında (1883), Esrâr-ı Cinâyât (1883), Hayret (1884), Bahtiyarlık (1884), Haydut Montori (1887), Arnavutlar-Solyatlar (1887), Demir Bey yahut İnkişâf-ı Esrâr (1887), Fennî Bir Roman yahut Amerika Doktorları (1887), Gürcü Kızı yahut İntikam (1888), Rikalde yahut Amerika Vahşet Âlemi (1889), Diplomalı Kız (1889), Müşahedât (1890), Papazdaki Esrar (1890), Hayal ve Hakikat (Fatma Aliye Hanım ile, 1891; Yahya Bostan tarafından sadeleştirilmiş olarak, 2002), Ahmed Metin ve Şirzad yahut Roman İçinde Roman (1890), Taaüf (1895), Gönüllü (1896), Eski Mektuplar (1897), Altın Aşıkları (1898), Mesâ’il-i Muğlaka (1898), Jön Türk (1908).

OYUN: Açıkbaş (1874), Ahz-i Sâr Yâhut Avrupa’nın Eski Medeniyeti (1874), Hükm-i Dil (1874), Zuhur-i Osmaniyan (1877), Çerkes Özdenler (1883), Fürs-i Kadîmde Bir Fâcia (1883), Çengi yahut Dâniş Çelebi (1883), Eyvah (1884).

DÜŞÜNCE-İNCELEME: Kâinat (dünya tarihi, 15 kitap 1871-81), Müdafaaya Mukabele ve Mukabeleye Müdafaa (1872), Üss-i İnkılap (Abdulaziz dönemi hakkında, 3 cilt, 1877-78), Avrupa Adâb-ı Muâşereti yahut Alafıranga (1884), Nizâ-ı İlm ü Din 1 ve 11 (deneme, 1885), Taaüf (1885), Müdafaa (Hristiyanlığa karşı İslâmın savunması, 3 cilt, 1883-85), Ekonomi Politik (1887), Müntehâbât-ı Tercüman-ı Hakikat (makaleler, 3 cilt, 1893), Mufassal Osmanlı Tarihi (3 cilt, 1885-87), Şopenhavr’ın Hikmet-i Cedîdesi (Batı felsefesinin bir eleştirisi, 1887), Volter (1887), Beşir Fuad (1887), Müntehâbât-ı Ahmet Midhat (makaleler, 3 cilt, 1888-89), Avrupa’da Bir Cevelan (Avrupa izlenimleri, 1889), İstibşar (1892), Muhaberât ve Muhaverât (mektuplar, Muallim Naci ile, 1893), Beşâir (1895), Niza-ı İlmü Din (4 cilt, 1895-1910), Tarih-i Umûmî (2 cilt, 1910), Tarih-i Edyân (dinler tarihi,1911), Kadınların Felsefesi (Felsefe-i Zenân, yeni bas., yay. haz.: Handan İnci, 1998), Felsefe Metinleri (yeni bas. yay. haz. Erdoğan Erbay ve Ali Utku, 2002).

HATIRA: Menfâ (otobiyogra, 1883 Rodos sürgünü anıları, 1876; yeni bas. 2002).

 

 

Paylaş