HAYATI

Edebiyat tarihçisi, siyaset adamı. 1890’da İstanbul’da dünyaya geldi. 1965’te Ankara’da geçirdiği bir trafik kazasından sonra iyileşemedi ve öldü. Mezarı Köprülüler ailesinin kabirlerinin bulunduğu Divanyolu’ndaki Köprülü Mehmed Paşa Camii haziresindedir.Mahkeme başkâtibi Köprülüzade Faiz Bey ile Hatice Hanım’ın oğlu.

Ayasofya Rüştiyesi ile Mercan İdadisi’nde okuyan Mehmet Fuat Köprülü, daha sonra girdiği Hukuk Mektebi’ni yarıda bıraktı (1910). Bu yıllarda bir yandan edebiyatla ilgilenmeye, bir yandan da özel olarak Fransızca dersleri almaya başladı. Babasının zengin kütüphanesindeki kitapları okumak suretiyle kültürünü geliştirdi. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra 1909’da kurulan Fecr-i Ati topluluğuna katıldı; Mehasin, Servet-i Fünun, Muhit gibi dergilerde şiirler, Tanin’de edebi konularda yazılar yayımladı. Bu arada çeşitli okullarda edebiyat ve Türkçe dersleri verdi (1910-13). Türk Bilgi Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti, Türk Ocağı ile Asar-ı İslamiye ve Milliye Tetkik Encümeni gibi kuruluşların çalışmalarına katıldı. 1913’te Darülfünun Edebiyat Fakültesi Türk edebiyatı tarihi müderrisliğine tayin edildi; 1923’te Edebiyat Fakültesi reisliğine seçildi. 1924’te Türkiyat Enstitüsü’nü kurdu. Bilimsel ünü kısa zamanda bütün Avrupa’ya yayıldı ve birçok bilimsel toplantıda Türkiye’yi temsil etti. 1925’te Sovyet Bilimler Akademisi üyeliğine, 1926’da Macar Bilim Cemiyeti üyeliğine seçildi. 1927’de Türk Tarih Encümeni başkanlığına getirildi, kendisine aynı yıl Heidelberg Üniversitesi, 1938’de Sorbonne ve Atina üniversiteleri tarafından fahri doktor unvanı verildi. 1933’te ordinaryüs profesör oldu.

Köprülü 1934’te Kars milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi; 1943’te üniversiteden ve bilimsel hayattan tamamen ayrılarak politikayla uğraşmaya başladı; 1946’da Demokrat Parti’nin (DP) kurucuları arasında yer aldı. 1950-56 arasında dışişleri bakanlığı, devlet bakanlığı, başbakan yardımcılığı, vekâleten milli savunma bakanlığı görevlerinde bulundu. Politika hayatı DP’den istifa ettiği 1957’ye kadar devam etti. 1960 İhtilali’nden sonra bir süre tutuklandıysa da, daha sonra serbest bırakıldı. 1964’te Londra’daki School of Oriental and African Studies’in haberleşme üyeliğine seçildi.

I. Meşrutiyet’in ilanından sonraki günlerde Ziya Gökalp’in Türk ulusçuluğunun felsefi temellerini belirleyici nitelikteki çalışmalarına koşut olarak Türk edebiyatını bilimsel temeller içinde ele alıp inceleyen Köprülü, Türkiye’de modern anlamda Türk edebiyatı tarihi anlayışını başlatan kişi olarak kabul edilmektedir. 1910’dan sonra Türk edebiyatı tarihi üzerindeki çalışmalarını hızlandıran Köprülü, yüzyıllar öncesinden başlayan Türk edebiyatını bütünüyle bilimsel esaslar çerçevesinde ele alıp incelemiştir. Onun, özellikle Fransız edebiyat tarihçisi G. Lanson’un görüşlerinden esinlenerek kaleme aldığı “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” (1913) adlı makalesi, Türkiye’de modern edebiyat tarihçiliğinin temellerini atan ilk önemli çalışma kabul edilmektedir.

Edebiyat tarihçiliğinden ayrı olarak, modern tarihçiliğin, vakanüvis tarihçiliğinden farklı biçimde yalnızca olayları aktarmaktan ibaret olmadığı, olayların gerisindeki siyasal, toplumsal ve ekonomik sebepleri de göz önünde bulundurmak gerektiği anlayışı yine onunla başlamıştır. Her edebi kişiliğin, içinde doğup büyüdüğü çevre koşulları da göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerektiği anlayışıyla Türk edebiyatını Anadolu sınırları dışına çıkaran edebiyat tarihçisi de yine odur.

Köprülü, oldukça genç bir yaşta Batı bilim dünyasına adını duyuran Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı yapıtında, Yeseviye tarikatı kurucusu Ahmet Yesevi ile Anadolu topraklarında yaşayan Yunus Emre’yi en eski tarihi kaynakların ışığı altında incelemiş ve bu iki mutasavvıf şairi rivayete dayalı kimliklerinden kurtararak tarihi bir zemine oturtmuştur. Modern anlamda ilk edebiyat tarihi niteliğine sahip Türk Edebiyatı Tarihi’nde, İslam öncesinden başlayarak 14. yy’a kadar gelen Türk edebiyatı örneklerini ve edebi kişilikleri bilimsel bir gözle incelemiştir.

Köprülü’nün Türk edebiyatı tarihi yanında Türk uygarlığı, hukuk ve kültür tarihi, edebi eleştiri, dil, Türk sanatı ve müziği konularındaki incelemeleri yerli ve yabancı bilim adamlarının başvurdukları belli başlı kaynaklar arasında yer almaktadır.

ESERLERİ

Edebiyat-Edebiyat Tarihi:

  • Hayat-ı Fikriye, İst.: Fecr-i Ati Ktp., 1325/1909
  • Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı, (Şahabettin Süleyman’la) İst.: Şirket-i Mürettibiye Mtb., 1332/1916
  • Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İst.: Matbaa-i Amire, 1919
  • Tevfik Fikret ve Ahlakı, İst.: Kanaat, 1918
  • Nasrettin Hoca, İst.: Kanaat, 1918
  • Türk Edebiyatı Tarihi, İst.: Matbaa-i Amire, 2 c., 1920-21 (değişiklerle İst.: Milli Mtb., 1926)
  • Bugünkü Edebiyat, İst.: İkbal, 1342/1924
  • Azeri Edebiyatına Ait Tetkikler, Bakû: Azer Neşr, 1926
  • Milli Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri ve Divan-ı Türki-i Basit, İst.: Türkiyat Ens., 1928
  • XVII. Asır Saz Şairlerinden Gevheri, İst.: Türkiyat Ens., 1929
  • XIX. Asır Saz Şairlerinden Erzurumlu Emrah, İst.: Türkiyat Ens., 1929
  • XVI. Asır Sonuna Kadar Türk Saz Şairleri, Türkiyat Ens., 1930
  • XVII. Asır Saz Şairlerinden Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi, İst.: Türkiyat Ens., 1930
  • Eski Şairlerimiz, (divan edebiyatı antolojisi) İst.: Ahmet Halit, 1932
  • Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İst.: Kanaat, 1934
  • Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının Tekâmülüne Bir Bakış, İst.. Akşam B., 1934
  • Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi: Ortaçağ ve Yeniçağ Türklerinin Halk Kültürü Üzerine Coğrafya, Etnoğrafya, Etnoloji, Tarih ve Edebiyat Lügatı, İst.: Türkiyat Ens., 1935
  • Ali Şir Nevai, Ank.: Türk Tarih Kurumu, 1941
  • Edebiyat Araştırmaları, (makaleler) Ank.: Türk Tarih Kurumu, 1966
  • Türk Saz Şairleri II: XVI-XVIII. Asırlar, İst.: Kanaat Ktp., 1940
  • Türk Saz Şairleri III: XIX-XX. Asırlar, İst.: Kanaat, 1941 (yb TürkSaz Şairleri, 5 c., [XV.-XIX. yüzyıllar], Ank., 1962-1965)

Tarih-Kültür Tarihi:

  • Türkiye Tarihi I: Menşelerden Anadolu İstilasına Kadar Türkler, İst.: Kanaat, 1923
  • Türk Tarih-i Dinisi, İst.: Darülfünun Mtb., 1341/1925
  • Samanoğlulları 874-1005, Ank.: Başvekâlet Müdevvenat B., 1931?
  • Ortazaman Türk Hukuki Müesseseleri, İst.: Burhanettin B., 1937
  • Les origines de l’Empire Ottoman, Paris, 1935 (Türkçe basım: Osmanlı Devletinin Kuruluşu, Ank., 1959)
  • İslam Medeniyeti Tarihi, (W. Barthold’un Kultura Musulmanstva adlı yapıtının çevirisinin notlar ve açıklamalarla yayımı) İst.: Kanaat, 1940
  • Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, İst.: Ötüken, 1981

Diğer:

  • Demokrasi Yolunda, 1964
ESER ÖRNEKLERİ

İLK ŞAİRLERİMİZ

Bütün milletlerde olduğu gibi Türklerde de daha yazı şayi olmadan evvel milli şifahi bir edebiyat vardı. Bu edebiyat muhtelif yazıların Türkler arasında yayılmasından sonra da devam etmiş ve Türkler muhtelif medeniyet dairelerinin tesiri altında bulundukları zaman yine kuvvetle yaşayıp durmuştur. Türkler arasında en kuvvetli tesir icra etmiş olan İslamiyet’in dühul ve takarrüründen sonra bile, putperestlik zamanından kalma eski edebi şekillere veya mevzuların İslami bir renk almış tarzlarına tesadüf olunabilir.

En eski Türk şairleri, Tonguzların şaman, Altay Türklerinin kam, Yakutların oyun, Kırgızların baksı, Oğuzların ozan dedikleri sahir şairlerdir. Sihirbazlık, rakkaslık, musikişinaslık, hekimlik, şairlik gibi birçok evsafı kendilerinde cem eden bu adamların halk üzerinde büyük bir ehemmiyet ve kıymet derecesi, kıyafetleri, kullandıkları musiki aleti, yaptıkları muhtelif işlerin şekli tabii değişiyordu. Fakat semadaki mabutlara türlü maksatlarla kurban takdim etmek, ölünün ruhunu yerin dibine göndermek, fenalıklar, muhtelif hastalıklar ve ölümler gibi habis cinler tarafından gelen işleri men etmek, hastaları tedavi eylemek, bazı ölülerin ruhunu semaya yollamak, hatıralarını yaşatmak gibi muhtelif içtimai vazifeler hep ona aittir. Bütün bu muhtelif işler için tabii muhtelif ayinler vardı. Bunların bir kısmı unutulmamakla yahut şeklini değiştirmekle beraber, bir kısım hala Kırgızlar arasında, Altaylılarda yaşanmaktadır. Baksı – ozan bu ayinlerde iştirak haline gelerek tepinip sıçrarken birtakım şiirler de inşad eder ve onları kendi musiki aletiyle çalar. Hususi bir beste ile müterafık olan ve sihirli bir haiz addedilen bu sihri güfteler, Türk şiirinin en eski şeklini teşkil etmektedir ki bunların eski numuneleri zamanımıza intikal edememiştir.

Muhtelif yerlerdeki Türkler muhtelif zamanlarda Çin, Hint, İran tesirleri altında, yahut İslam medeniyetinin taht-ı nüfuzunda kaldıkları zamanlarda bile baksı – ozanların içtimai kıymetlerine büsbütün halel gelmedi. Hele iptidai ve milli dinin muhafaza edildiği mevki ve zamanlarda onların nüfuzu çok genişti. Eski Türk ordularında hükümdarların yanına mutlaka ozanlar bulunuyor, onların kopuzlarıyla çaldıkları ve terennüm ettikleri şiirler bütün bir milletin zevkini okşuyordu. Onlar yalnız yeni vakalara ve kahramanlık menkıbelerine ait şiirler, yahut ölüler vasfında mersiyeler tanzim etmekle kalmazlar, ayrıca milli Türk destanından parçalar da terennüm ederlerdi.

Bu ozanlar İslamiyet’in tesirinden sonra da büsbütün ortadan silinip kalkmadılar. İçtimai iş bölümü neticesinde büyük merkezlerde, şairlik, bakıcılık, afsunculuk, müneccimlik yavaş yavaş ayrılmıştı: Hastaları hekimeler veya afsuncular, kökçüler tedavi ediyor, musiki aletlerini musikişinaslar çalıyor, şiir ve edebiyat ile uğraşmak ise ya halk şairlerine yahut İslam medreselerinde Arap ve Acem edebiyat ve ilimlerini öğrenmiş danişmentlere düşüyor, eski baksı – ozanların menkıbeleri ise artık İslam mutasavvıflarına isnat olunuyordu. Fakat ozanlar, ellerinde sazları ile, birer Müslüman – hatta az çok mutasavvıf- halk şairi olarak kalmıştı.

(Türk Edebiyat Tarihi, 1926)

ZİYA GÖK ALP

Teceddüt ve inkılap tarihimizin en mühim saflarını teşkil eden “milliyetperverlik” cereyanı tetkik edecek müverrih, bu cereyanın en büyük ve en kudretli şahsiyeti olarak Ziya Gök Alp’i göstermeye mecburdur. Şüphe yok ki Türk aleminde “milliyetperverlik” cereyanının oldukça uzun bir mazisi, epey kudretli mübeşşirleri vardır: bunun tevellüt ve inkişafında birçok tarihi amiller, hayati zaruretler, hatta birtakım büyük milli felaketler şiddetle müessir olmuştur. Fakat bu hakikatleri nazarı itibara almakla beraber, bu cereyan içinde Ziya Gök Alp’in adeta bir “mihrak” teşkil ettiğini de itiraf etmeliyiz. Yaratıcı ve toplayıcı bir kudrete malik olan bu harikulade insan, bu cereyan içindeki dağınık fikirleri ve kuvvetleri toplamış, onlardan yeni ve umumi bir “terkip” vücuda getirerek milli cereyanın programını ve felsefesini çizmiştir. Hayatın her şubesini ihata eden bu kadar geniş bir terkip vücuda getirebilmek için, Ziya kadar yüksek felsefi kabiliyete mücehhez büyük bir dimağa ihtiyaç vardı: Lisan, bediiyat, hukuk, ahlak, din, iktisat, terbiye meselelerini büyük bir nüfuza nazarla ihata edecek Türkçülüğün umumi programını ve felsefesini tespit eden bu emsalsiz mütefekkir bütün Türk ve İslam dünyasının ilk büyük milli filozofudur.

Diyarbakır İdadisiyle İstanbul Baytar Mektebinde geçirdiği çok kısa bir zaman müstesna olarak muntazam bir tahsil görmeyen ve sırf kendi sayü istidadiyle yetişen Ziya Gök Alp, adeta bir ansiklopedist denecek kadar geniş ve sağlam malumata malikti. Felsefe ve içtimaiyat sahasında Avrupa ilminin elde ettiği neticeleri o kadar etraflı bir surette bilen, garbın ilmi usullerini o kadar iyi kavrayan ikinci bir adamımız daha yoktur. Ulumu islamiyede de büyük bir ihata sahibi olduğu için, milli hayatı gözleriyle, görmeye ve garp dünyasıyla İslam aleminin mütekabil vaziyetlerini tetkik ederek inhitat amillerimizi derin bir surette anlamaya muvaffak oldu. Selanik’te Genç Kalemler mecmuasında münteşir eserlerinden başlayarak, Türkçülüğün Esasları adlı son mühim eserine varıncaya kadar bütün yazılarında onu muntazam ve ahenktar tekamülü fikrisini görmek kabildir. İçtimaiyatta Durkheim mektebinin çok hararetli bir müntesibi olduğunu daima itiraf etmesine rağmen, tamamıyla nevi şahsına münhasır bir mütefekkir, bir milli filozof, bir mürebbi, bir mürşitti. Onu Fichte’ye benzetenlerle hemfikirim; yalnız Ziya’nın Türkiye’deki rolü Fichte’nin Almanya’daki rolünden daha mühim olmuştur.

Ziya Gök Alp’ı bazı cihetlerce Namık Kemal ile mukayese etmek kabildir: Türk cemiyetinin teceddüt ve inkılap yolundaki hareketinde Namık Kemal nasıl büyük bir tesir icra etmişse, Ziya da aynı suretle umumi hayat üzerinde müessir olmuştur. Namık Kemal, nasıl hayatını mücadele ile geçirmiş fedakar bir vatanperverse Ziya da bütün mevcudiyetini mefkürenin zaferine hasretmiş fedakar bir vatanperverdir. Maamafih bir “mütefekkir”, bir “filozof” olmak itibariyle, Ziya Gök Alp, Namık Kemal ile mukayese edilmeyecek kadar derin ve yüksekti. Ondan başka, Namık Kemal’in tesiri yalnız Türkiye hudutları dahilinde münhasır kaldığı halde, Ziya’nın nüfuzu o hudutları geçerek Türk aleminin başka sahalarına da yayılmıştır. Her halde bu iki büyük adam arasında ruhi bir karabet onları daima tekrarlamakla zevk alır; gençliğinde Namık Kemal’in kuvvetli tesiri altında kaldığını anlatırdı.

“Hal”den ziyade istikbal üzerinde müessir olan bütün büyük insanlar gibi Ziya Gök Alp de hayatında kuvvetli hücumlara uğradı. Bazıları hasut ve garazkar tıynetlerinin muktazası olarak, bazıları da ondaki derinliği taktir edemeyerek türlü türlü ithamlarda bulundular: “Dinsiz” dediler, “deli” dediler, “dalkavuk” dediler… “Dinsiz” diyenler, halkın dini hissiyatını maddi menfaatlerine alet etmek isteyen “din” bezirganlarıydı; “deli” diyenler, onun yüksek düşüncelerini idrak edemeyen budalalardı; “dalkavuk” diyenler, Ziya’nın kendileri gibi şahsi menfaati koşar zanneden dalkavuklardı. Halbuki benim gibi Ziya’yı çok yakından tanıyanlar, onun ne yüksek bir “ahlak timsali” olduğunu pek iyi bilirler. Maddi hayat ile, ferdi düşüncelerle hiç alakadar olmayan bu emsalsiz adam, bütün varlığını “mefküre” içinde eritmişti. O yalnız “fikir adamı” olarak değil, ahlaken de yüksekliğini idrak kolay olmayan bir şahika idi. Ziya Gök Alp gibi yüksek bir mütefekkir yetişmesi, Türk milletinin fikir sahasındaki hayat kudretine en mukni bir delildir.

KAYNAKÇA: Şerif Hulusi Sayman, Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün Yazıları İçin Bibliyografya (1913-1934), İst., 1935; 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, Ank., 1953; Türk Kültürü, (Köprülü özel sayısı) S. 47 (Eylül 1966); Türkiyat Mecmuası, (Köprülü hatıra sayısı) c. XV, İst., 1969; Köprülü’nün Edebi ve Fikri Eserlerinden Seçmeler, (haz. Orhan Köprülü) İst., 1972; H. Berktay, Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuat Köprülü, İst., 1983; M. Kutlu-N. Birinci, “Köprülü, Mehmed Fuad”, TDEA, V, 411-415; A. Uçman, “Köprülü, Mehmed Fuad”, YYOA, II, 36-37.

 

 

Paylaş