HAYATI

Şair ve yazar. 1471’de Balıkesir’de dünyaya geldi. 1546’da İstanbul’da yaşama veda etti. Babasının adı ve ne işle uğraştığı bilinmiyor. Kendisinin bir ara çizmecilik yaptığı göz önüne alınırsa baba mesleğini sürdürdüğü düşünülebilir. Düzenli bir medrese eğitiminden geçmeyen Zati’nin gençliğinde bir yandan çizme dikerken bir yandan da kendi kendini yetiştirmiş olduğu sanılıyor. Kimi kaynaklarda asıl adının Bahşi olduğu belirtilir. Ama onunla arkadaşlık eden ve verdiği bilgileri kendisinden işittiğini söyleyen Aşık Çelebi, adının İvaz olduğunu söylüyor. II. Beyazıt döneminde İstanbul’a geldi. Padişaha sunduğu kasidelerinin beğenilmesi üzerine ihsana kavuştu. Bir ara kadılık için başvurduysa da, kulağı ağır işittiği gerekçesi ile geri çevrildi ve kendisine Bursa’da bir mütevellilik verildi. Ama İstanbul’dan ayrılmanın doğru olmayacağını, aldığı ihsanların mütevellik gelirinden daha çok olduğunu düşünen şair bu görevi kabul etmedi. Hadım Ali Paşa, Hersekzade Ahmet Paşa, Piri Paşa, Müeyyedzade ve Cafer Çelebi gibi dönemin ileri gelenlerince korundu, gözetildi. Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkışı üzerine yeni padişaha sunduğu kaside beğenildi ve kendisine Balıkesir’de on bin beş yüz akçe geliri olan iki köy bağışlandı. Ama 1515’te Cafer Çelebi’nin öldürülmesi ile son koruyucusunu da kaybeden Zati için zor günler başladı. Makbul İbrahim Paşa’nın sadrazamlığı döneminde Hayali’nin yıldızı parlarken Zati gözden düştü. Ayas Paşa sadrazam olunca de geliri kesildi. Geçim derdine düşen şair, Beyazıt Cami avlusunda bir dükkan tutarak remilciliğe, muskacılığa, ısmarlama güzel kaside ve gazel yazmaya başladı. Bu dönemde dükkanı yazdığı şiirleri göstermeye gelen genç şairlerle doldu taştı. Son günlerinde yayan gidip gelmek zor olduğu için evinin bulunduğu Sarıgüzel’de bir dükkan tuttu. Hastalanıp ölünce cenazesini kaldıracak parası bile olmadığı görüldü. Taşlıcalı Yahya Bey ve Aşık Çelebi gibi birkaç şairin yardımı ile Edirnekapı dışına gömüldü.

Beyazıt’taki dükkanı, bir bakıma okul sayılabilecek Zati, XVI. yüzyılın ustaları arasında sayılmaktadır. Baki’nin tanışmak amacı ile dükkanına giderek şiirlerini gösterdiğini, ilk şiirlerinde onun etkisi altında olduğunu biliyoruz. “Oldukça zengin bir hayale, yani hislere, taze mecazlara malik olduğu cihetle, üslubunun o kadar mükemmel ve temiz olmamasına rağmen, bilhassa kasideleri büyük bir rağbet kazandı” (F. Köprülü). Sonraki çağlarda unutulmasını ise, tekrara düşmesine ve öncüsü sayılabileceği bir tarzın Baki ölçüsünde bir usta yetiştirmiş olmasına bağlanmalıdır.

ZATİ (AŞIK ÇELEBİ’NİN TEZKİRESİ’NDEN)

“Merhumun evi Sarı Gürz Hamamı mahallesinde, dükkanı da Beyazıt Cami’nin avlusunda idi. Her gün yürüyerek dükkanına giderdi. Elinde bir asa taşır, yollar çamur olduğu zaman ona dayanırdı. Bir gün dükkanına giderken yolda rast geldim. Beli bükülmüş ve dermansız bir halde idi. Ama dudağı kımıldıyor ve dili söyleniyordu. Bu ne hal dedim. Cevap olarak şu matlaı okudu:

“Yiğitlik cevherin elden yitürdüm hasreta kani

Eğilip araram şimdi bulamam neyleyim anı”

Az zaman geçti, dükkanına gidemedi. İhtiyarlık zaafı onu çökertti. Evine yakın Koca İbrahim Paşa Hamamı yakınında bir dükkan tuttu. Yine remil atarak maişetini temine koyuldu. Dükkanı yine şairlerin toplantı yeri idi. Şairlerden Hekimzade Ata, onun hakkın bu beyti yazı ve son zamanında şairi hayli incitti:

“Pirliğinde yine Zati taze dükkan açmışsın

Dükkanını terk edip gayrı yere kaçmışsın”

(Aktaran: Tahir Alangu)

ESERLERİ
  • Divan: Ali Nihat Tarlan tarafından basıma hazırlandı. İki cildi yayımlandı: Zati Divanı
  • Letaif: Tam adı Mecmaü-l-Letaif olan yapıt Mehmet Çavuşoğlu tarafından yayımlandı.
  • Şem’ü Pervane (mesnevi)
  • Şehrengiz-i Edirne: II. Beyazıt İstanbul’dan Edirne’ye gelişi üzerine yazılmıştır.

Zati’nin ayrıca Ahmed ü Mahmud, Ferruhname, Fal’i Kur’an adlı manzumeleri olduğu kaynaklarda belirtilir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan külliyatı arasında mensur mizahi bir risalesine de rastlanmaktadır.

ESER ÖRNEKLERİ

DİVAN’DAN

GAZELLER

GAZEL I

Bahar erip cihan olmuştu hurrem

Havadan taze can bulurdu adem

*

Müzeyyen hacleye dönmüş gülistan

Arus-i taze anda verd-i handan

*

Olup bad-ı saba damad-ı bi-bak

Ederdi bikr-i gonçe perdesin çak

*

Kim ol damada sevr idi yeşil mum

Ferah mevcud olurdu gussa ma’dum

*

Güveyi otu uykudan uyanmış

Gelinciğin donu kana boyanmış

*

Gelincik gibi zeyn olmuştu gülşen

Ferah etmişti cümle goncayı şen

*

Çü buldu Şem ile Pervane vuslat

Dağıldı halk ikisi kıldı halvet

*

Çü geldi bir araya Şem ile Şah

San etti içtima’ı mihr ile mah

*

Yetişti çünki ol la’l nebata

Erişti sanki Hızr ab-ı hayata

*

Bırakmışlar dokuz kat came-habı

Bırakmadıklarının yok hesabı

*

Komuşlar ana altun nerdübanı

İkisi came-haba çıktı ani

*

Çü çıktı ana ol derdin devası

Dokuz kat çarha san mü’min du’ası

*

Anı hammam-ı nazik gibi soydu

Çü üryan eyledi koynuna koydu

*

Koyunda yaraşır gördü o berre

Koyup koynuna koçtu nice kerre

*

Pes andan urdu şeftaliye dendan

Safalar sürdü erdi canına can

*

O sine guyiya bir harman-ı gül

O şeb gül harmanına erdi bülbül

*

Şehin elden uçar mürg-ı kararı

Düşer ardına kalmaz ihtiyarı

*

Erişir bir gümüş vadiye ol yar

Görür bir kudret ahusu izi var

*

Ol ahü izine çüh Şah urur el

Bulur altında bir dürc-i mukaffel

*

Anı miftah-ı mercan ile açtı

Revan ol came-haba la’l saçtı

*

Çü nar-i zevk-i vuslat verdi tabi

Akıttı ol sim-i müzabi

*

Kodu bir şem-i simin şem’daha

Ziya-yı zevk verdi bezm-i cana

*

Devat-ı kudrete koydu kalem o

Yazıldı came-hane sürh yazu

*

Sanasın kim gılafın buldu nize

Ya düzdüler niyamı tig-i tize

*

Görür durmaz şehin elde doğanı

Geçerdi ana la’lin üsküf ani

*

Safa nahcirine atmak için tir

Geçirdi parmağına sim zih-gir.

GAZEL II

Merhaba ey buy-ı zülf-i dilrüba

Kangı yeller esdi geldün bu yana

 

Bu gece gel ruşen eyle bezmümüz

Şevkun olursa eger ey mehlika

 

Yollar önünde selam olsun bana

Merhabasızlar da aşk olsun sana

 

Aşıka düşnam ederken nagehan

Yâre neylersin dedüm dedi du’a

 

Öykünelden hak-i pay-ı dilbere

Çıkdı Zati gözlerümden tutiya

GAZEL III

Ey felek döne döne alma günahum hazer et

Yıldırım kamçılı bir kimsedür ahum hazer et

 

Şah-ı aşkum şerer-i ateş-i ahum sipehüm

Yanar oddur benüm ey şah sipahum hazer et

 

Ey gözüm nuri beni yakma firak ateşine

Alemi zulmet eder dud-ı siyahum hazer et

 

Hırmen-i mah yanar dane-i encüm kül olur

Ah etdürme bana ey yüzi mahum hazer et

 

Zafi’ya sa’ikadan hırmen-i sabrun tutuşur

Çekilürken göğe bu ejder-i ahum hazer et

GAZEL IV

Garibem gurbete düşdüm gönül avare yarum yok

Benüm ah etdügüm ayb eylemen kim ihtiyarum yok

 

Şu karşugı kara tağdan geçem mi vebr-veş ya Rab

Heva-yı zülf-i yar ile benüm bunda kararum yok

 

Rakibe sadr gösterdün dedün ol fitneye ulu

Benüm bir it kadar veh veh kapunda i’tibarum yok

 

Benümle olmasan gelmez nigara yanuma şadi

Melalet denlü firkatde benüm bir gamgüsarum yok

 

Dedi yarum siyam bir gün sırık gönlün gibi başın

Eger ahdi bütün olursa Zati inkisarum yok

GAZEL V

Demdebem seylab- veş eşk-i revanum çağlar

Döğünüp taşlarla ağlar halüme ırmağlar

 

Görünen tağlar başında ebr ü baran sanmanız

Tağlar saçın çözüp ben hasta içün ağlar

 

Sinemün talimhanesinde at gel firüni

Ey keman- ebru senün-çün tablalardur dağlar

 

Can çıkardı mahbes-i tenden kemend-i hecr ile

Lik zencir-i ümid-i vasl-ı dilber bağlar

 

Zatiya Ferhad içün tağlarda feryad eyledüm

İşidüp feryadumı göğsin geçürdi tağlar

GAZEL VI

Her kimün kim lale-veş destinde la’lin camı var

Gül gibi gayetde vakti hoş güzel eyyamı var

 

Vakt-i gül saki mülayım sufiya meyden bana

Tevbe etdürme yüri her nesnenin eyyamı var

 

Sufiya bir serv-i Firdevs-i berine dik gelür

Gülsitan-ı meclisün bir serv-i sim-endamı var

 

Mest olup ol serv-kamet gözlerinden dökdi yaş

Bezmümüz bir baga döndi kim gül ü badamı var

 

Zati’ye vasf-ı cinan eylersin anda vaiza

Saki-i meclis kadar bir dilber-i ra’na mı var

GAZEL VII

Göricek hüsnün inan-ı ihtiyar elden gider

Tıg-i hışmı lutf et ey çapük-süvar elden gider

 

Başın içün nakş edüp ayağa salma aşıka

Reng-i hınna-yı melat ey nigar elden gider

 

Gırre olma bunca murg-ı dil şikar etdüm deyu

Akıbet şehbaz-ı hüsn ey şehriyar elden gider

 

Murgveş el üzre tut aşıklara rağbetler et

Bu taravet ahir ey kaddi çınar elden gider

 

Zati’i mura elünden geldügince eyle lutf

Hatem-i hüsn ey Süleyman-iştihar elden gider

GAZEL VIII

N’oldun inlersin felek hercayi cananun mı var

Seyr eder her menzili bir mah-ı tabanun mı var

 

Benzüni ey bustan fasl-ı hazan mı etdi zerd

Yohsa başı taşra serv-i hıramanun mı var

 

Ağlayup feryad edersin her nefes ey andelib

Har ile hem-saye olmış verd-i handanun mı var

 

Yoluna canum revan etsem gerek can’a dedüm

Yüzüme bin hışm ile bakdı dedi canun mu var

 

Zülf-i dilber gibi ey Zati perişansın yine

Cevri bi-had yohsa bir yar-ı perişanun mı var

LETAİF’TEN

Bağbanların dikmeleri çok ola. çeltükçüler dane içün dürişeler. Darı ekenlerün ocaklarına su gire. Değirmencülerin işi yöreye amma neyi bulursa ögide. Yel değirmecülerinin değirmeni kunya yöreye dollab işlemekde üstad geçen neccarların çarhı bata. Değirmen yapıcıların tonuzluklarında naziri olmaya. Uncuların bazıları emekli ola. şehre yakın köylüler yoğurtçu olalar. Hergelcilerin bokuna sığır güde. Türklerde köpek çok ola. Eşekçilerde eşekler, köylülerde sığırlar çok ola.

Kançıların kanı vasfa kabil olmaya. Kürkçülerle halk arasında sıcaklık vakı ola, tülerin düzeler. Pabuççularda pabuç ağızlı levend çoğ ola, işleri ayağa düşe, hem anlarda gebgeb coğ ola. Gebci dükkanına varanlara “Gebe mi geldin?” deyeler. Başmakçılar kıyı çizeler. Çizmecilerin şana a’la ola. sarracılar tegeli yüzine dikeler. Takyeciler takyesini halkın başına oldura. Yorgancılar yorganlarına göre kösüleler. Börkciler işin başına çıkara. Gömlekçilerde yeni yaka çok ola. semerciler sazdan safalu olalar. Eskicilerde eski bi-ad ola. Bazarı kaftan diküp satanlarda kabalar bi-had ola. Tulumbacılarda bendler çok ola. Mütablarun çarhı muradınca döne.

Kannadlar şirin-kar olalar, anlarda tatlular çoğ ola. Paludecilerde avurda çekmeğe layık avurd ahli nazükler bikayıs ola. Şekerine sinek üşen şekercilerde kovucular çok ola. Biryancıların halk ağız üşürüp bir yanından etin yiyeler. Bala kıymayan halvacılardan halavetsüzler vafir ola. Baklavacıların işi yufka ola. Börekçilerde merdaneler bi-nihayet ola. Usta helvacıların tatlı tatlı helvası yenüp aşçıların canı içün aşı yene. Aşçılarda keçe suretli köfte-harlar bi-had takımı bir kızıl değer lutlar bi’ad ola. Başçıların paça ile başı hoş ola, iller ayağına varup halk başına üşe. Bozacılarda salata eksik olmaya. Şerbetçilerden eller savuyalar ve anlarda fuka ağuzlular çok ola, amma ter-dest olalar. Tuzcuların hurdesinden müteşekki amma paresinden şakir olalar, bazarları tuşsuzlarla ola. Bakkalların bir eli yağda bir eli balda ola. Bal tutanlar barmakların yalayalar, sanatlarında elleri tatlu ola. yağmacılara acımışlar çok ola. San’atlarında kamil geçen yüzi kara işkenbecülerin bokı çıka. Turşicilerün yüzi gözi turşi sata, halka ekşi suret göstereler. Kavancılar halkun ağzına bal çalalar. Bal ve pekmez satanlar halkun ağzın dadını vereler. Köftecilerde köfte-harlar çok ola. Ayrancılara zemane yag yoğurttan mı olur, yoğurt yağdan mı olur bildüre. Çörekçülerin çöreğinde çigi olmaya. Südcilerin südin emeler. Balcılarun balın yalayalar. Kebabçılarda yanmış göyünmiş çok ola. Kassab dem-zenlerinün iki eli kızılkanda ola. Sıgır kassabları arkalu olalar. Balıkçılarda birbirini yerler bi-had ola. sirke satanlarda sarplar bi’-ad ola. “San’atumda mislüm yok” diyen mumcılarun sadıklığına ruşen ola, hem anlar çok çerağ uyalar.

Yolcılar gayetde yoldaş olup her tarikdan haberdar olalar. Erken yola gidenlerün başına gün toğa. Yağmurlu günde yola çıkan sırsıklam deli ola. Karbansaraycılar eşeği ıssı didügi yire bağlaya. Na’l-bendler sovuk demir döğeler, işleri gah na’le gah miha kakmak ola. Sayyadlar kuşu kuş ile avlayalar. Seg-banlara “gezdür-tazıyı” deyeler. Avcuların yanından tonuz çıksa halkı koyup tonuza döneler. Toğancılarda uçurma çok ola. At suya yıkan at oğlanlannun sıklığı dine. Hammallarun çekdüğin kimseler çekmeye. Katırcılarda haramzadeler çoğ ola. At canbazlarında yorgalar bi-kıyas ola.

KAYNAKÇA: Arslan, Mehmet (2000). “Zâtî’nin Şiirlerinde Mu’ammâ Benzeri Bazı Harf ve Kelime Oyunlarına Dair”. Osmanlı Edebiyat-Tarih-Kültür Makaleleri. İstanbul: Kitabevi Yay. s. 302-318, Köksal, M. Fatih (hzl) (2012). Edirneli Nazmî, Mecma‘u’n-Nezâ’ir (İnceleme-Tenkitli Metin). Ankara: KB yay. e-kitap http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-292688/h/edirneli-nazmi-mecmaun-nezair.pdf [erişim 4.10.2013].

Paylaş