HAYATI

Şair ve yazar. Tam adı Veysi Üveys Çelebi. 1561’de Alaşehir’de dünyaya geldi. 1628’de Üsküp’te yaşama veda etti. Kadı Mehmet Efendi’nin oğludur. İlk eğitimini memleketinde tamamladı. Daha sonra İstanbul’a geldi ve burada eğitimini tamamladı. 1587’de kadı olarak Mısır’a gitti. Ardından sırasıyla Akhisar, Tire, Alaşehir, Turhal kadılıklarında bulundu. Aydın ve Saruhan emval müfettişliğine getirildi. Sadrazam Ali Paşa’nın Macaristan seferine Ordu-yı Hümayun kadısı olarak katıldı. 1604’te atandığı Üsküp kadılığı görevini, daha sonra sırasıyla İnebahtı ve Eğriboz teftiş ve tahsil emval memurlukları izledi. Ardından yine çeşitli aralıklarla Üsküp kadılığı yaptı. 1626/27’de görevinden ayrıldıysa da Üsküp’e yerleşti, ölümüne kadar burada yaşadı. Mezarı Üsküp’tedir.

Veysi, Divan sahibi bir şair olmakla birlikte, edebiyat tarihimizde asıl nesri ile anılır. Söz ve anlam sanatlarına dayalı divan nesri söz konusu olunca, Nergisi ile onun adı hatırlanır. Ziya Paşa’nın belirttiği gibi, sözlük yardımı ile ve ancak belirli bir öğrenimden sonra anlaşılabilecek bir dille yazmıştır. Ama nesrinin, sırf seci uğruna yapılmış bir söz kalabalığı olduğu sonucuna varılmamalıdır. Nitekim, Bedir gazasına kadar getirdiği Siyer’ini tamamlayan Nabi’nin aynı ustalığı gösterememesi, Veysi’nin kendi içinde tutarlı bir anlatımın yaratıcısı olduğunu kanıtlamaktadır. Sinan Paşa ile başlayan ve edebiyat tarihi açısından olumsuz sonuçlar veren sanatlı nesrin, en büyük temsilcisi Nergisi’nin yanı sıra Veysi’dir. Şiirinde nesrine oranla daha yalın bir dil kullanır.

ESERLERİ
  • Münşeaf: Nergisi’nin eserleriyle birlikte eski sanatlı nesrin en mükemmel örneği kabul edilen bu yapıtta, devrin özellikler, enteresanlıklar ve tarih bakımından bazı değerler taşır.
  • Siyer-i Veysi (Dürretü’t-tâc fî-sîreti sâhibi’l-mi’râc): Peygamber’in hayatını anlattığı bu yapıtta, eski siyer ve menakıb kitaplarının ananevi sade diline aykırı olarak, sanatlı, konuşma dilinde kullanılmayan Arapça ve Farsça kelimeleriyle çok karışık bir dil ile yazılmıştır. Bununla beraber, janrı içinde, düzgün, sağlam, mükemmel, çok kere samimi bir ifade göstermektedir. Tarihi kaynak bakımından kendinden önce gelen İslami eserlere bağlıdır.
  • Vakı-a-name (Habname, Uyku Hikayesi, Rüya Hikayesi): dilinin ağırlığına rağmen iç değerler bakımından güzel ve orijinal bir eserdir. Yazar, rüyasında, zamanın padişahı I. Sultan Ahmet ile Büyük İskender’i görüyor. Sultan Ahmet, devrinin bozukluklarından üzgündür. Eski devirlerde dünyanın mamur ve mesut olduğunu söyleyerek geçmiş zamanların hükümdarlarına imrenmektedir. İskender, siyasi, ahlaki ve içtimai bozuklukların her devirde bulunduğunu, bunda padişahların sorumlu olmamaları ve üzülmemeleri gerektiğini, ancak kendilerinin hak şeriata uygun hareket etmeleri icap ettiğini söyleyerek eski devirlerin bozukluklarına dair çeşitli vakalar anlatmakta ve her anlattığı vakanın sonunda: “Bu zamanda mı dünya mamur ve mesut idi?” sözünü tekrarlamaktadır. Eserde Osmanlı İmparatorluğu’nda ahlak ve nizamın bozuluşundan müteessir ve ıslah çareleri arayan bir münevver ruhlu ve dolayısıyla devrin siyasi, içtimai ve ruhi özellikleri de yansıtılmaktadır.
  • Şehadetname (Düstürü’l-Amel): İslamiyet’in şartlarını münazara biçiminde anlattığı mensur bir yapıt.
  • Fütûh-ı Mısır
  • Meraca’l-bahreyn fî-ecvibe ‘alâ-i’tirâzâti’l-Cevherî
  • Gurretü’l-‘asr fî-tefsîri sûreti’l-‘asr
  • Hediyyetü’l-muhlisîn ve tezkiretü’l-muhbitîn
  • Dîvân
  • Hicviyye
ESER ÖRNEKLERİ

SİYER-İ VEYSİ’DEN

…Ol eyyamda ayin-i senadid Kureyş bu idi ki evladın kerayim-i murzi’at kabayile virüp kendileri ezvac-ı tahirat ve zenan-ı tayyibat ile farigü’l-bal günüde-i firaş-ı kurbet olurlar idi ve te’affün-i heva-yı şi’an ve hararet-i rik-i bathadan gül-i nev bahar-ı ömr-i nazenin olan etfal-i nazperver ve hurd-sal-i heva-zade-i sumum-i helak olmakdan sakınırlardı. Binaenaleyh fasl-ı bahar u hazanda havalenişin-i Ka’betullah olan zenan-ı kabayıl Mekkeye gelüp etfal-ı Kureyşiyanı alup her birin zıll-ı refref-i hargafda bedeviyane terbiyet idüp hengam-ı rıza hitam-ı fitama yitdükde yine getürüp teslim-i aba vü ümmihat iderlerdü.

DİVAN’DAN

GAZELLER

GAZEL I

Genc-i vaslın o peri ellere ikrar eyler
Bu acebdir bana ikrarını inkar eyler

Çürüdüp nakdi sirişkim o cefakarı görün
Aşıkımdır dimeğe şimdi bana ar eyler

Yara zahm-ı gamı göstermek olurdı amma
Ser-i peykan-ı bela çok ciğere kar eyler

Hane-i cana hayal-i leb-i canan geliyor
Canı çıksun bedenimden o da bardar eyler

Veysiya saltanat-ı dehri nider arif olan
Bir kadeh mey kişiyi aleme hünkar eyler

II

Bezm-i ikbalini tar eyleme dirse felek
Kişi yakduğı çerağ üstine pervane gerek

Sofra-i meclis-i ağyara nedendir varmak
Yoğ iken ortada ey şah-ı cihan nan u nemek

Böyle vaz’ ideni azürde-i hicv eylerler
Hele benden sana ey şuh-ı cefa-pişe dimek

Aşıkı terbiyet-i aşkı tüvanger eyler
Dimez alude-i şehd-i lebi simurga sinek

Şah-ı gam mülk-i dil-i Veysiye asker çekicek
Her taraftan yetişür na’ra-i “En-nusreti lek”

III

Cefa ma’muresin lütfunla berbad eyle sultanım
Yıkılmış gönlüm ihsanınla abad eyle sultanım

Unutma anı kim sen kan içüp ben kanlar ağlardım
Seninle itdiğimiz demleri yad eyle sultanım

Kapında boynu bağlu bir günah itmiş kulundur dil
Gerek öldür gerekse anı azad eyle sultanım

Yeter nuş eyledim zehr-i gamı eyyam-ı hüsnünde
Şeh-i mülk-i melahatsın bana dad eyle sultanım

Çıkarma defterinden Veysi-i divanenin namın
Güzeller içre sen de bir eyü ad eyle sultanım

IV

Kanı ol demler ki derd ü gussadan mehcur idim
Sen benim katlimle kani’i ben ana mesrur idim

Bi-tekellüf yar idim şemşir-i hun-rizinle ben
Ana can virmekde te’hir eylesem ma’zur idim

Her visalin bin fırakın sanma bilmezdim veli
Neyleyem sultanım amma lütfunla mağrur idim

Kanda gitsen pa-yı busunla müşerref hak idim
Bana göz dikmişdi alem herkese manzur idim

Ey hoş demler ki Veysi yar bi-ağyar iken
Gussadan mehcur idim derd ü beladan dur idim

V

Alem kırılur kakül-i fettanın ucundan
Ademler ölür hançer-i berranın ucundan

Dağlar yakayın kelle-i bi-devlete cana
Başındaki destar-ı perişanın ucundan

Ahır başun alur giderün kuy-ı fenaya
Ey şah senin nize-i hicranın ucundan

Serrişte-i zülfün hevesi geçse gönülden
Bağrım delinür süzen-i müjganın ucundan

Şi’rin gören işar-ı cevahir ider ey dil
Dürler dökilür kilk-i düreşanın ucundan

Veysi gice meclisde yine yandı yakıldı
Pervane-veş ol şem’-i şebistanın ucundan

VI

Kaşın yayına dil verdim çekildim mehlikalardan
Müjen şimşiri gördüm kesildim Dilrubalardan

Visalin idine irmek müyesser olmadı bari
Elin değdikçe uşşakı unutma merhabalardan

Ümid-i pay-ı busunla gedalar hak-i pay olmuş
Ser-i kuyunda sultanım geçilmez düşdüm aşinalardan

Dehanın öpmedim yarın meyanın kuçmadım Veysi
Cefadan gayrı nesne görmedim ben bi-vefalardan

KAYNAKÇA: Veysi, Hicviyye.  (“Manzume-i Veysî Çelebi ez-zebân-ı Lokman-ı Şeh-nâme-gûy” başlığıyla Nev’i-zâde Atâî, Hadâiku’l-hakâik fî Tekmileti’ş-Şakâik sonunda yer almaktadır). Süleymaniye Kütüphanesi. Esad Efendi. 2309. vrk. 461b, Yılmaz, Nuran (1997). Türk Edebiyatında Siyer Türü ve Siyer-i Veysî: Dürretü’t-Tâc fî-Sîreti Sâhibi’l-Mi’râc. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Kayseri: Erciyes Üniversitesi, Yurt Ansiklopedisi (c. VIII, 1982-1983), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009)

Paylaş