Warning: "continue" targeting switch is equivalent to "break". Did you mean to use "continue 2"? in /home/turkede/public_html/wp-content/themes/Divi/includes/builder/functions.php on line 5079
Şinasi Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri | Türk Edebiyatçılar İnternet Ansiklopedisi
HAYATI

Şinasi, İstanbul’da, Tophane semtinde Boğazkesen mahallesinde dünyaya geldi. Babası, Türk-Rus Savaşı’nın Şumru Kuşatması sırasında şehit düşmüş bir topçu yüzbaşısı idi. Babasının Bolulu olduğu iddia edilmektedir. Şinasi’nin hayatı üzerine ilk kaynak olan Ebüzziya Tevfik’in Şinasi’nin doğum yılı için iki tarih vermesinden, 1824 – 1827 yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir. Bunlardan en kabul edileni ise 1826 yılıdır. Bazı araştırmacılar da 1824’ü tercih ederler.

Erken yaşta yetim kalan Şinasi, annesi tarafında büyütülür. Doğduğu semtin mahalle okulunda ilk öğrenimini gördükten sonra, daha yüksek dereceli okulların bulunmadığı bir devirde, Şinasi, Tophane Müşirliği kalemlerinden birine devama başlamıştı. Burada hem mesleğinde gerekli bilgileri öğrenerek staj görmekte, hem de kalemde bulunan bilgili kimselerden, o devrin töresine uyarak, dersler almakta idi. İbrahim Efendi’den başta Arapça olmak üzere, Doğu bilimleri öğrendi. O sırada İstanbul’a gelen Bursalı bir şeyhten Farsça dersleri aldı. O çağın aydınları tarafından ideal kültür ölçüsü sayılan “zülveçheyn” (iki yanlı) bir kültüre kavuşmak amacıyla, Tophane müşirliğinde uzman olarak çalışan, sonradan din değiştirip Reşat Bey adını alan Chateuneuf’ten Fransızca öğrenmeye başladı. Şinasi’nin Batı’ya yönelmesi, Paris’e gitmeye karar vermesi bu yönelmelerle başlar.

Tophane müşirliği yazı işleri kaleminde, Şinasi’nin zamanla memurluk derecesi yükselir. Bu sırada yapılan bazı yapılara da onun manzum tarihleri, kitabe olarak asıldığına göre, şiirde adı da duyulmaya başlamıştır.

O sırada bazı gençlerin Avrupa’ya gönderildiklerini duyan Şinasi de bu hevese kapılır. Daha doğrusu Mustafa Reşit Paşa’nın adam olan kalem amiri tarafından teşvik edilir. Gördüğü teşviklerden aldığı cesaretle Fransızcasını ilerletmek ve öğrenim görmek üzere Paris’e gönderilmesi için, 1848 yılının sonlarında, Tophane müşiri Ahmet Fethi Paşa’ya başvurur. Fethi ve Mustafa Reşit Paşa tarafından desteklenen müracaatı padişaha arz edilerek, Paris’e gitmesine irade-i seniye çıkar (18 Ocak 1849). Yaşlı ve alil olan annesinin geçimini sağlamak için ayrıca bir de ödenek çıkarılır. Şinasi’nin 18-19 yaşlarında iken Paris’e gittiği anlaşılmaktadır. Bu vesile ile duyduğu sevinç ve mutluluğu, Raşit Paşa’ya yazdığı bir kasidede ifade eder.

Şinasi’nin Paris’teki hayatı üzerinde bildiklerimiz, Ebüzziya’nın rivayetleri ile biri annesine diğeri de okuyucularından Tersane nazırı Ziver Efendi’ye yazılmış iki mektuptan öğrenebildiklerimizden ibarettir. Annesine yazdığı mektup ise, Paris’e gidişinden iki yıl sonra, onun hastalık haberi üzerine gönderilmiştir.

Ebüzziya Tevfik’in kaydına göre, Şinasi, Fransızcasını ilerlettikten sonra Reşit Paşa’nın tavsiyesiyle maliye tahsiline başladı. Bir süre Fransızca maliye nezaretine devam ederek staj gördü. Bu öğrenimine esas olmak üzere, matematik ve doğa bilimleri ile de ilgilenmiştir. Ziver Efendi’ye gönderdiği mektuplardan, çalışmaları ve istidadı, Fethi Ahmet Paşa ve Mustafa Reşit Paşa’lar tarafından da taktir edilerek, Paris’teki üçüncü yılı sonlarında öğrenim ödeneğine zam yapılır.

Şiirleri arasında bulunan bir tarih manzumesinden annesi Esma Hanım’ın, bir yıl sonra, Şinasi henüz Paris’teyken öldüğü anlaşılmaktadır.

Şinasi’nin, Paris’teyken oryantalist De Sacy ailesi ve Ernest Renan ile tanışıp, onların aracılığı ile Lamartine’in meclisine devam ettiğini yine Ebüzziya rivayet etmektedir.

Paris’teyken, bir yandan da dil ve edebiyat araştırmalarını da sürdürmektedir. “Durub-ı Emsal-i Osmaniye” aldı yapıtının önsözünden, bu yapıtı Paris’te hazırladığı anlaşılmaktadır. Bu kitabı hazırlarken de “Bibliotheque İmperiale” ve “Doğu Dilleri Okulu”nda çalıştığı eski metinler üzerine taramalar yaptığı anlaşılmaktadır. Paris’te oryantalist temasları sonucu olarak 25 Haziran 1851 toplantısında “Societe Asiatique”ye üye kabul edildi. Bu cemiyetin üyelerinden olan ünlü sözlükçü Littre ile dostluk kuran Şinasi, başkaları ile de tanışmış ve onlara yardım etmişti.

Şinasi’nin Paris’teki öğrenim süresi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1853 yılında henüz Paris’te olduğu tahmin edilmektedir. Şinasi’nin İstanbul’a döndükten sonra, bir süre, Tophane müşirliği kaleminde çalıştığı anlaşılmaktadır. Burada bir rütbe daha terfi ederek Abdülmecit’in iradesi ile “Meclis-i Maarif” üyeliğine tayin edildi. Ebüzziya’nın ifadesine göre, Reşit Paşa, Şinasi’ye, aynı zamanda “Meclis-i Maliye” üyeliğini de teklif etmiş, o da ancak birincisini tercih etmişti.

Onun, Paris’ten döndükten sonra, “Meclis-i Maarif”ten başka bazı mali komisyonlarda da çalıştığını biliyoruz. Ali Paşa’nın sadrazamlığı sırasında terfi etmiş ise de sadaretten ayrılmış bulunan Reşit Paşa için yazdığı kasidesinde, onun, “Sadaretten uzak kalışına yanıp yakıldığından”, dikkat nazarını çekmiş, vazifesine sakalını kestirmiş olarak gelmiş olması bahane edilerek, azli cihetine gidilmişti (1856). Arası çok geçmeden Reşit Paşa yeniden sadarete getirilince, yeniden bir kaside yazıp halini tasvir etmekle, “Meclis-i Maarif”teki görevine döndü. Reşit Paşa’nın adamlarından olması, Şinasi’yi Kırım Savaşı’ndan sonra paşa ile araları açılan Ali ve Fuat Paşaların düşmanca davranışlarına maruz bıraktı. Şinasi, kasidesinde, Ali Paşa olmak üzere azlinde dahil olanları hicv ve halinden şikayet ediyordu.

Büyük hamisi Mustafa Reşit Paşa’nın ölümünden sonra (1858), Yusuf Kamil Paşa, Şinasi’yi korumuş, ona olan saygılarından dolayı da Ali ve Fuat Paşalar kendisine dokunmamışlardı. Hatta Fuat Paşa, kendisini hicvetmiş olmasını da unutmuş görünerek, Şinasi’ye saygı göstermeye, Şinasi de Paşa’nın meclislerine devama başlamıştı.

Şinasi’nin, bu yıllarda yazı ve yayın çalışmalarına başladığını görüyoruz. Tercüme-i Manzume adındaki ilk kitabını bu dönemde yayınlamıştı (1859). Saray Tiyatrosu’ndaki oynanmak üzere hazırladığı Şair Evlenmesi adındaki oyununu da yaz başında bitirmişti.

Uzun süredir hazırladığı halde, o sıralarda çıkarılan Kuleli Vakası’nı düzenleyenlerle, Şinasi’nin de ilişkisi bulunduğuna dair Ebüzziya’dan çıkan rivayet birçok kitapta yer almakla birlikte, gerçekliği bugüne kadar belirlenmemişti. Tevfik olunan komplocular arasında Şinasi’nin çok yakın dostu olan Tophane müftüsü Bekir Efendi adında birinin olmasının bu yakıştırmaya sebep olduğu anlaşılmaktadır.

Şinasi, Agah Efendi’yi teşvik ederek Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayınlanmasına ön ayak olur (22 Ekim 1980). Böylece hayatının yeni bir merhalesine de ulaşır. Yazdığı bir önsözde gazetenin vazifesini yeni bir anlayışla ortaya koyan Şinasi, gazete dilinin düzene konulması ve yazıların seçilmesi işlerinde de hayli çalıştı. Tercüman’ı Ahval’in yayınlanması, o devirde pek sönük olan basın hayatını canlandırdı. Şinasi, altı aylık bir çalışmadan sonra (24 sayı) gazeteden ayrıldı. Bu ayrılış üzerine bazı yorumlar yapılmış ise de asıl sebebin gittikçe titizleşen Şinasi’nin kendi başına bir gazete çıkarma isteği olduğu anlaşılıyor. Bu ayrılıştan bir buçuk ay sonra bir gazete çıkarma imtiyazı aldı. Bu işe girişirken, Şinasi’nin dizgi ve baskı bakımından gelişmiş bir gazete çıkarabilmek için, her şeyden önce bir basımevi kurma işine giriştiğini görüyoruz. Yeni harfler döktürmüş, bir yıl kadar süren uzun uzadıya hazırlıklara girişmişti. Onu bu yeni gazetesi “Tasvir-i Efkar”, ancak Fuat Paşa’nın sadrazamlığı sırasında çıkabildi (28 Haziran 1862). O zaman için örnek sayılan böyle bir basımevi kurmak için, dostu “Journel d’Orient” sahibi Jean Pietri’nin teknik yardımlarda, Şehzade Murat ile Fazıl Mustafa Paşa’nın da mali yardımlarda bulundukları tahmin olunmuştur. İlk sayısı Fuat Paşa tarafından Saray’a sunulunca, Abdülaziz’in, Şinasi’ye beş yüz altın gönderdiği, kendisinin de bunu kabul etmediği rivayet olunur.

O devrin seçkin kişilerinin kitap olarak hazırladıkları eserler gazetede yer aldığı gibi, serbest düşünceli gençler de Şinasi’nin çevresinde toplanır. Dört ay kadar sonra Namık Kemal’in gazeteye katıldığını, ilk yazısının da otuz beşinci sayısında çıktığını görüyoruz (1862). Şinasi’nin bu sırada çevresine toplanan gençleri siyasi bakımdan eğitmeye çalıştığı anlaşılmakta, Abdülaziz’in tahttan indirilmesi hareketinin başında bulunan Şehzade Murat ile de açığa vurulamayan bir ilişkisinin bulunduğu tahmin edilmektedir.

Tasvir-i Efkar, çıkışından bir buçuk ay sonra yayınladığı “Muntehabat-ı Eş’ar”ın başına, Reşit Paşa için yazdığı kasidelerini koyduğu halde, Abdülaziz için kaside yazmamış, çıkması üzerinden ancak bir yıl geçmiş iken (1863), Şinasi’nin gazetesinde devlet işlerini tenkit ettiği ileri sürülerek, “Meclis-i Maarif”ten azli istendi. Aslında azil sebebi gazetesinde çıkan yazılar değil, Şehzade Murat ile olan ilişkileri idi. Şinasi, bundan sonra, gazetesine yayınlamasına devam etmiş, bu arada “Durüb-u Emsal-i Osmaniye”sini de yayınlamıştı (1863).

Şinasi’nin Tasvir-i Efkar’i Namık Kemal’e bırakarak Paris’e gitmesinin tarihi ve sebebi açıkça belli değildir. Ebüzziya’ya göre, Şinasi’nin Paris’e kaçmasının sebebi bir rivayete göre kendisine verilecek yüksek bir mevkii kabul etmemek, bir başka rivayete göre de arkadaşı Sait Sermedi’nin Ali Paşa’ya karşı hazırladığı bir suikastın ortaya çıkması üzerine tevkif edileceğinden korkmuş olmasıdır. Şinasi’nin bu ikinci Paris hayatı (beş yıl) üzerindeki bilgiler, Namık Kemal ve Reşat Bey’den naklen Ebüzziya’dan gelmektedir. Öteki siyasi kaçaklar gibi, Şinasi’nin de masraflarını, Fazıl Mustafa Paşa’nın karşıladığı tahmin edilmektedir. Şinasi’nin İstanbul ile bağlantısını, bizdeki gizli dernekler ve Batı’ya yönelmiş gazetecilik ve siyasi düşünce işlerinde Türklerle işbirliğine girmiş frenklerden Jean Pietri’nin sağladığını, Namık Kemal’le mektuplaşmada aracılık ettiğini Ebüzziya yazmaktadır. Şinasi’den iki yol sonra da, Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi, Mustafa Fazıl Paşa’nın daveti üzerine kaçıp Paris’e gelince (1867) Şinasi’nin bunlarla fazla ilgilenmediği anlaşılmaktadır. Paris’te, bütün vaktini büyük bir Türkçe lügat hazırlamaya hasreden Şinasi gündüzleri kitaplıklarda çalışıyor, geceleri de ünlü lügat yazarı Littre ile buluşup dil konusunda görüşmelere devam etmekte idi.

Sultan Abdülaziz’in Paris’i ziyareti sırasında (1867), hariciye nazırı Fuat Paşa’nın, Şinasi’yi İstanbul’a dönmeye ikna ettiğini görüyoruz. Namık Kemal’in, Recaizade Ekrem’e yazdığı bir mektuba göre, Şinasi, Viyana yolu ile İstanbul’a dönecektir. Ayrıca bu dönüşünde Namık Kemal ile aralarının açıldığı da anlaşılmaktadır. Şinasi’nin bir süre İstanbul’da kaldıktan sonra yeniden Paris’e döndüğünü görüyoruz.

Şinasi, Paris’te lügat çalışmalarına devam etti. Bu gidişinde, onun, Paris’te ne kadar kaldığı, ne zaman döndüğü ve dönüş sebebi kesin olarak bilinmiyorsa da 1869 sonbaharında oradan ayrıldığı tahmin edilmektedir.

İstanbul’a dönen Şinasi’nin, yeniden bir gazete çıkarmaya hazırlandığını, Namık Kemal’in bir mektubundan öğreniyorsak da, onun bu görüşü, belki de dizgi işlerini yeniden düzenleme çalışmalarından çıkarılmış yanlış bir sonuçtur. Cihangir’deki evine dönmeyip, Babıali karşısındaki basımevinde perişan ve sefilce bir geçirmeye başlayan Şinasi, harflerle yeniden düzene koyarak, dizgi işlerini kolaylaştırmaya ve hızlandırmaya çalışıyordu. Önce “Durub-ı Emsal-i Osmaniye” adlı yapıtını genişletip, yeni baskını yaptı. Sonra da yeniden düzene koyduğu harflerle “Müntehabat-ı Eş’ar”ı ile “Tercüman-ı Manzume”sinin ikinci baskılarını hazırladı.

Şinasi’nin sağlığı artık iyice bozulmuştu. Basımevindeki hayatına ancak bir yıl dayanabilmiş, yeni basım malzemesi ile birlikte Cihangir’deki evine göçerek, burada yeni bir dizgi yeri kurmaya girişmişti. Bir yandan da lügatını bitirmeye çalışıyordu. Artık iyice yalnızlık köşesine çekildiğinden, üzerine bir dalgınlık gelmiş, kolaylıkla konuşamaz olmuştu. 1871 kışı başında hastalanınca Mustafa Fazıl Paşa tarafından Vezneciler’de bir eve yerleştirildi. Burada iyileşen Şinasi, yeniden Cihangir’deki evine döndü. Kısa bir süre sonra hastalığı yeniden ve daha ağır bir şekilde ortaya çıktı. Onu, Çamlıca’daki köşküne aldırmak isteyen Mustafa Fazıl Paşa’nın ısrarlarına rağmen evine kaldı. Başının arkasında çıkan bir ur sebebi ile 12 Eylül 1871 günü yaşama veda etti.

Cenazesine, basından, aydınlardan ve Ebüzziya’dan başka kimse gelmedi. On bir kişi, kaldırıp Ayazpaşa Mezarlığı’nda annesinin yanına gömüldü. Ebüzziya’ya göre resmi makamlar, cenazesine kasti bir ilgisizlik göstermişler ve aydınlar da katılmaktan çekinmişlerdi. Başucuna bir taş dahi dikilmeyen Şinasi’nin, yeri pek de belli olmayan, mezarı, mezarlığın kaldırılıp arsası apartman yapılınca iyice kaybolup gitti.

EDEBİ KİŞİLİĞİ

Tanzimat’tan sonraki Batı’ya yönelme hareketleri çelişkilerle doluydu. Hayat ve teknik için gerekli olan araçlar, hele ordunun yenileşmesi ve güçlenmesi için zorunlu olan tedbirler alınıyordu. Lakin düşün ve edebiyat için yine Doğu kaynaklarına başvurulmakta idi. Batı’ya yönelmenin bazı alanlardaki zorunluluğuna karşılık Doğu ile bağları sürdürmenin dengeyi sağlayacağı umuluyordu. Kurumların ve devlet düzeninin Avrupalılaşması sürüp yayıldıkça, bu ikili uygarlık kaynağına yönelişteki çelişkiler iyice beliriyor, başlangıçta iki yönlü bir kültür mümkün sayılırken, çelişkiler zıtlıklara ve çatışmalara doğru gelişiyordu.

Devleti ve imparatorluğu Batı’nın saldırganlığı karşısında koruma ve kurtarma endişeleri, Tanzimat ileri gelenlerini Sarayla birleşerek birtakım “düzenleme” işlerine sürüklerken, bir yandan da “gavurlaşmaktan” korkuluyor, ancak ılımlı bir meşruti idarenin mümkün olabileceği düşünülüyordu. Bir yandan baskı altında devleti ve kurumları düzenlerken, bir yandan da yeni kadroları yetiştirmeye çalışıyor, halkı da bu yeniliklere hazırlama ve eğitme amacı güdülüyordu.

Şinasi’den önce Batıya yönelmenin gereğini ve zorunluluğunu duyanlar, edebiyat ve düşün alanlarında çok yavaş, sınırlı ve yüzeyden birtakım yenileşmelere el attıkları halde, yenileşmeyi bütünüyle, halka ulaşacak araçlarıyla etkili ve eğitici bir ölçüde tasarlayan, sürekli bir sabırla uygulayan Şinasi olmuştu.

Onun Fransa’da bulunduğu sırada (1849-1853, 1865-1870) yaygın olan edebi akım romantizm olduğu halde Şinasi, mizacının ve memleket ihtiyaçlarının sevkiyle duygu ve hayallere öncelik tanıyan bu okulun etkilerine kapılmadı. Edebiyat alanındaki yenileşmeleri düzenlerken “akılcı” bir yoldan yürüdü. Çelişkiler içinde bocalayan bir hareketi düzenledi.

Düşünceleri, harekeleri ve örnek eserleriyle, o sıralarda Batı anlamına gelen Fransız kültür örnekleri ve düşüncelerini bize aktarırken, manzum çevirilerle işe başladı. Sonra kendisi de bu yolda örnek eserler verdi.

Şinasi, aslında başarılı bir şair değildi. Ancak edebiyatın nazımdan ibaret sayıldığı bir çevrede, edebi yenileşme hareketine girişirken, ilk örnekleri bu alanda vermenin, mücadeleye bu cepheden başlamanın gereğini duyuyordu. Duygu, hayal ve heyecan adamı olmayan Şinasi, edebi eskiliğin yaygın otoritesini her şeyden önce nazım alanında kırmayı düşünmüştü.

“Müntehabat-ı Eş’ar” (1862) adlı yapıtına bazı şiirlerini seçerek alır, bir yandan eski şiirimize vakıf ve hakim olduğunu göstermeye çalışırken, bir yandan da yeni örnekleri vermeye çalışmıştı. O devrin şairleri yeniliği, eskilikteki ustalıklarını göstererek, adım adım ortaya koymuşlardı. Avrupalı şekil ve düşüncelere, yeni örneklere yönelmelerin yolu ve hareket temposu buydu. “Müntehabat-ı Eş’ar”ındaki ilk önemli şiir olan “Münacat”, eskiye hakimiyet ve yeniye yöneliş hesapları içinde ortaya konuşmuş dengeli bir eserdi. Eski tevhid ve münacatlar kaside düzeninde yazılıkları halde, Şinasi mesnevi düzeninde yazıyor, kafiye rahatlığını sağlıyor. Tanrı kavramını, yaratıcı güç ve tabiat düşüncesiyle ifade ediyor, şiire açık ve seçik, akılcı bir yeni ruh getiriyordu.

Şinasi’nin bu küçük kitabında beş tane kaside vardı. Bunlardan dördü Reşit Paşa için yazılmıştı. Bu kasidelere bakılınca bu türü başka anlamda kullandığı görülür. Bu kasidelerde yeni düşüncelerin temeli olan yeni kavramları kullandığı gibi yeni bir uygarlığa yöneliş mehalesi saydığı Tanzimat’ın lideri olarak kabul ettiği Paşa’nın öncülüğünü ve vasıflarını övmektedir. Onu bu kasidelerinde “yeni bir uygarlık ve düzen anlayışı” getirmeye çalıştığı, böylece kasidenin basit ve mübalağalı bir övgüden ibaret olan eski mühtevasını değiştirdiği görülmektedir.

Nazımda yenilik yapmak isterken, Divan edebiyatındaki gücünü de göstermeye çalışan bütün o devir şairleri gibi Şinasi de geleneğe uyarak gazel de yazmıştır. Dört gazelinden üçü “şarap”tan söz eder. Üstelik Şinasi, içkiden nefret ettiği halde eserine “rindane” bir hava vermek için şarabı övmek zorunda kalmıştır.

Müfredler bölümünde ise yine düşüncelerinin sade ve kısa yoldan ortaya konulduğunu görüyoruz.

Küçük divanında Fransızcadan yaptığı manzum çeviriler, La Fontaine’i örnek alarak yazdığı hayvan hikayeleri de vardır. Bu suretle edebiyatımızda açtığı çığır, daha sonraları pek çok örneğin yazılmasına yol açmıştır.

Divan nazmının tekniğine hakim olduğu halde, Şinasi, bilip isteyerek süsten ve külfetten arınmış bir nazım dilini kullanmış, “süslü üslup” uzak durmuş, coşkunluktan kaçınmış, “yalın ve öğretici” bir ifadeye ulaşmıştır.

Şinasi, aruz vezni ile “safi Türkçe” manzumeler de yazmış, diğer eserlerinde olduğu gibi bu alanda da halka ulaşmaya çalışmıştı. Aslında her türde konuşma dili ile edebiyat dili arasındaki uzaklığı, düşünceleri kapsamaya yeterli ve halka da açık olan yeni bir dille kapatmaya çalışır. Yeni düşünceleri halka ulaştıracak bir anlatım yolu açmaya yöneldiği halde, ardından gelenlerin başka yollara saptıkları, politika anlayışlarında olduğu kadar, edebiyat ve dil anlayışlarında da yukarında aşağıya seçkinlere bağlanan bir yola girdikleri görülecektir.

Divan edebiyatı nazım temeline dayanır. Hikayeden lügat kitabına kadar bütün ihtiyaçlarını nazımla karşılıyordu. Buna karşılık nesir dili ve türleri gelişmeden kalmıştı. Vakanüvis tarihleri, menakıpnameler gibi nesirle yazılmış eserler de edebiyat dışı sayılıyor, “inşa” yolu da ancak çok dar bir alanda, fikri mutevadan uzak marifet örnekleri olarak yazılıyordu. Halbuki Batı edebiyatının ağırlığı bizdekinin aksine, nesir türlerinde toplanıyordu. Şinasi’den başlayarak, Tanzimat döneminde asıl yenileşme hareketleri, nesir türlerinin Batı modellerine göre ilk örneklerini vermek, nesir dilini düzene sokmak, ilk örnekleri yazmaya yetecek ölçüde ve genişlikte bir “yazı dili” hazırlamaya doğru yöneliyor ve gelişiyordu. Şinasi, asıl büyük ve bilinçli çabalarını işte bu yeni “nesir dili”nin yeniden düzene konulup kurulmasında göstermiştir.

Bizde gazeteciliği olduğu kadar, “gazete dili” kuranların başında Şinasi gelmektedir. Dil meselesini halledip gazete yayını karşısındaki engelleri kaldırmasaydı, yalnız gazete değil, dilimiz ve düşüncemiz, dolayısıyla edebiyatımız da gelişmeyecekti. Halka ulaşan en ucuz yayın organı olarak, gazetenin, bizdeki yenileşmeler ve siyasi gelişmelerden önce, edebiyatımızın evrimi ve gelişmelerinde önemli bir rol oynadığını, öncüllerin çoğunun bu tezgahtan yetiştiklerini görüyoruz.

Başta gazete olmak üzere, Batı’dan almak zorunda kaldığımız nesir türlerini çevirmek, nakletmek, örnek almak, yeniden kurmak isterken, Şinasi’nin karşılaştığı en önemli engel, dilimizin böyle bir gelişmeye hazır olmayışı idi. Her şeyden önce cümleler uzun, çapraşık, bulanık, yüklü ve külfetli idi. Batı’nın nesir türlerini getirirken gerekli olan cümle çeşitleri yazı ve edebiyat dilinde de mevcut değildi. Batılı cümle şekillerinin nesrimize girişi Şinasi ile başladı. Düzenli ve yeterli bir nesir dili kurmadan, Batılı nesir türlerine ve dolayısıyla düşüncesine ulaşmak mümkün değildi. Nesir dilini, yalın, biraz sert olmakla birlikte, dolambaçsız bir sadelikle ve açıklıkla yeniden kurmaya çalıştı. Düşüncelerin ifadesine önem veriyor, halka yönelen bir yol açmaya çalışıyordu. Şinasi’nin gazete makalelerinde kullandığı nesir, bize Batı düşüncesinin kapılarını açarken, “Şair Evlenmesi”nde kullandığı, kaynağını halk tiyatrosundan ve konuşma dilinden alan bir nedir de tiyatronun yolunu açıyordu.

Batılı nesir türlerine giderken, yeni cümle çeşitleri getiriyor, düşünceleri ve olayları yansıtmaya uygun bir yapıya ulaşıyor, bizde ilk olarak “noktalama işaretleri”ni kullanıyordu. Batıya yönelen yeni edebiyatımızın en verimli yanı olan nesir türlerinin yolunu açan, gelecekteki evrimin de temellerini atan Şinasi olmuştu.

Şinasi’nin gazetecilik alanındaki öncülüğü, Agah Efendi ile birlikte “Tercüman-ı Ahval” gazetesini çıkarmakla başladı (22 Ekim 1860). Gerçi daha önce çıkmış bir resmi (Takvim-i Vakayi), diğeri de özel mahiyette (Ceride-i Havadis) iki gazete var idiyse de, bunlar gerek şekilleri, gerekse muhtevaları bakımından gazete niteliği taşımayan yayınlardı. “Tercüman-ı Ahval”, bizim gazeteciliğimizin başlangıcı oldu. Her şeyden önce sahipleri Türk’tü. Bizde gazeteciliğin gelişmesine yol açan bir öncülük ruhu taşıyordu. Baş makale, haber, makale gibi yazı çeşitlerini, sahife düzenini öğretiyor ve başkalarına da örnek oluyordu. Her şeyden önce düzgün ve amaca uygun bir gazete örneği ortaya çıkmıştı. İmzalı baş makale geleneğini de Tercüman-ı Ahval gazetesi getirmişti.

Şinasi, “Tasvir-i Efkar”ı kendi zevk ve ölçülerine göre kurdu. Böylece uzun bir süre örnek olarak alınan, kültürümüzün gelişmesine, birçok yazar ve araştırmacının yetişmesine yol açan “fikir gazetesi” çeşidinin çığırı açılmış oluyordu.

Şinasi, “Tasvir-i Efkar”, halkı eğitecek, demokrasinin temeli olan “kamuoyu”nu hazırlayan bir okul gibi düşünmüş ve kurmuştu. Gazetesinin amacını daha ilk sayısından ortaya koyuyordu. İlk gazetesinin ilk sayısındaki yazısına göre henüz seçim mekanizmasının işlemediği ve parlamentonun bulunmadığı bir ortamda, gazete, hükümetle halk arasında bir köprü vazifesi görecek, yapılacak işler üzerindeki görüşleri yansıtan bir “halk kürsüsü” olacaktı.

Şinasi’ye göre, bir toplum içinde yaşayan, vazifelerle yükümlü bulunan herkesin memleketi için yaralı gördüğü, menfaatini ilgilendiren her konu ve mesele üzerindeki düşüncelerini yansıtması tabii hakkıdır. Avrupa’nın ilerlemesinin sebeplerinden biri de gazetedir.

Ayrıca Şinasi, gazetelerin halk için çıkarıldığını ileri sürerek, onların anlayabilecekleri sade bir dille yayınlanmasını gerekli görmektedir. O halde gazete, dili ve muhtevasıyla, Şinasi’nin, halka yönelen eğitim anlayışının en güçlü, pratik ve yararlı bir aracıdır. Halkın eğitilmesini, yeni kurulacak demokratik bir düzen gerekli bulmaktadır. Şinasi, diğer Tanzimat devrinin ileri gelenlerinden ayrılarak, halka dayanan bir demokrasi düzeni tasarlanmaktadır. Bundan dolayıdır ki, daha çok dil çalışmalarıyla meşgul olmakta, dilin üzerindeki yükü kaldırarak, gazeteyi halkla birleştirmede yararlı bir araç haline getirmeye çalışmaktadır. Gazetede kadar, gazetecilik dilini kurmayı amaç alır.

Dilde sadeleşme, yeni düşüncelerin halka ulaştırılması, halkı eğitip bilinçlendirme, onun gazeteciliğinin göze çarpan özellikleriydi. Bu amaçlarına ulaşmak için dizgide kullanılan harf sayısını azaltmak, haftalık gazeteden günlük gazeteye ulaşabilmek için baskı tekniğini düşünmek, bu yolda bütün imkanları kullanıp teknik ayrıntılara kadar inmek, engelleri ortadan kaldırmak, onun öncülüğüne bir başka nitelik vermektedir.

Şinasi’nin gazeteciliği dolayısıyla ortaya çıkan bir yönü de tenkitçiliğidir. Tartışmayı, mizaha, hakaret ve küçümseme yollarına dökmeden, soğukkanlı ve akılcı bir yoldan yürütmenin ilk örneklerini o verdi ve bu alana disiplin getirdi.

Şinasi’nin edebiyat alanındaki en başarılı eseri “Şair Evlenmesi” adındaki bir perdelik oyundur. Büyük çapta öncülük görevleri ile yüklü olmasaydı, çalışmalarını yalnız bu alanda sınırlasaydı, çağını aşan büyük bir tiyatro yazarı olabilirdi. Bizde basılı olarak ortaya çıkan ilk tiyatro eseri Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı eseridir.

Şinasi, Avrupa’da bulunduğu sıralarda Moliere oyunlarına merak sarmakla kalmamış, sahneye uygulanış, yazarın eserlerini meydana getirirken yararlandığı kaynaklara da merak sarmış, eserini yazarken de bu bilgileri başarıyla kullanmıştır. Tanzimat döneminde tiyatromuzun gelişmesine yol açan “Molyer Uygulamaları” hareketinin başında onun, eseri vardı. Bu yol kendinden sonra da başarılı yazarlar yetiştirmiştir.

Aslında Saray Tiyatorsu’nda oynamak üzere 1858/59’da hazırladığı “bililtizam lisan-ı avam üzere kaleme aldığı” bu iki perdelik “komedya oyunu”nun birinci perdesini kaldırmış, önce Tercümam-ı Ahval gazetesinde tefrika edip sonra da kitap düzeninde yayınlamıştı (1860).

Şinasi’nin bu oyunda Moliere’in yaptığı gibi halk tiyatrosu kaynağına gittiği, entrikanın tertibi, tipler, diyalog düzeni, satir unsurları, orta oyunundan aldığı, yer yer diğer halk oyunu çeşitlerinden de yararlandığı açıkça görülmektedir. Onun, yalnız Paris’teyken, Moliere oyunlarını seyretmekle kalmadığı, araştırmalara giriştiği, ayrıca bizdeki halk oyunlarını da yakından tanıdığı anlaşılmaktadır. Bu münasebetle tiyatro terimlerini de getirdiği görülmektedir.

Şinasi’nin, bu oyununda Moliere’de olduğu gibi, orta oyunundan seçtiği, halk arasında tanınmış örnek tipleri, kendilerine has dilleri ve davranışları ile tasvir ettiği, diyalogları kurarken kişiliklerini yansıtan dil ve ifade unsurlarını kullandığı görülmektedir. Ayrıca bu örnek tiplere verdiği adlar da onların kişilikleri ile ilgilidir.

Şinasi, bu eserini “bililtizam lisan-ı avam üzre” yazarken, bilerek halk kaynağına gidiyor, Tanzimat tiyatrosuna gerçekçi ve halkçı bir yeni yol açıyordu.

Oyunun, bizdeki eski evlenme töresini eleştiren yapısı (görücü usulü), Batı’ya yönelen yeni insanın (alafranga) halktan ve çevresinden kopup yabancılaşması, esere güçlü bir toplum tenkidi niteliği vermektedir. Tanzimat döneminde halka yönelen yerli ve milli tiyatro akımının başında ilk ve başarılı bir örnek olarak “Şair Evlenmesi” gelmektedir. Araştırmacılar, Şinasi’nin bu oyununu hazırlarken, Moliere’in “Mariage Force” adlı yapıtından hareket ettiğini söylüyorlar.

Yazarı yaşarken sahneye konulamayan bu müzikli komedi, uzun süre unutularak bir kenarda kaldı. Halbuki bütün nitelikleriyle tiyatroya uygu bir eserdi. Belki de sert töre eleştirisi, severek ve görerek evlenmeyi savunan teması, hele mahalle imamının iki yüzlü davranışlarının eleştirilmesi yüzünden, bu çok güçlü sosyal satir sahneye konulmadan kaldı. Ancak 1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra Selanik’te sahnelenebildi.

Şinasi’nin ilgi çeken eserlerinden biri de “Durub-u Emsal-i Osmaniye” (1855) adını taşıyan ve Paris’teyken hazırladığı atasözleri derlemesidir. Atasözlerini yönelmekte Ahmet Vefik Paşa, aynı yola giren yazarların hepsinden önce gelmektedir. “Müntehebat-ı Durub-ı Emsal” adlı eseri Şinasi’den çok önce, 1852’de, yayınlamıştı. Aynı dönemde ikisinden başka Ahmet Mithat Efendi, Ziya Paşa, Abdülhak Hamit gibi yazarlar da bu alanda Ahmet Vefik Paşa’nın etkisinde kalmışlardı.

ESERLERİ

Şiir:

  • Sadr-ı Esbak Merhum Reşit Paşa Hazretlerinin Sitayişini Mutazammın Olan Bazı Kasaid-i Acizanemdir, ?
  • Eşar-ı Acizanemden Bazı Müntehabat, İst.: Tasvir-i Efkâr Mtb., 1279/1862 (1870’teki ikinci basımı Müntehabat-ı Eşar adıyla; 1886’da Ebüzziya Tevfik tarafından Tercüme-i Manzume ile birlikte Divan-ı Şinasi adıyla)

Oyun:

  • Şair Evlenmesi, İst.: Tercüman-ı Ahval Gazetesi Mtb., 1277/1860

Derleme:

  • Durub-ı Emsal-i Osmaniye, İst.: Tasvir-i Efkâr Gazetehanesi, 1280/1863

Makale:

  • Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr, (Tasvir-i Efkâr’da yayımlanan yazıları, haz. Ebüzziya Tevfik) 2 c., 1303/1885
  • Makaleler, (haz. F. A. Tansel) Ank.: Dün-Bugün, 1960

Çeviri:

  • Fransız Lisanından Nazmen Tercüme Eylediğim Bazı Eşar, İst.: Pres Doryan (Presse d’Orient) Mtb., 1859 (1870’teki ikinci basımı Tercüme-i Manzume adıyla)
ESER ÖRNEKLERİ
ŞAİR EVLENMESİ’NDEN BİR ÖRNEK
ŞAİR EVLENMESİ

ALTINCI FIKRA

Müştak Bey-Ziba Dudu-Habbe Kadın-Ebullaklaka Batak Ese-Mahalleli

Ebullaklaka- (Başında bir dildade ile tedbil-i kıyafet ve lisanıyla ayınları çatlatarak ve kafaları patlatarak). Sanki bir telaş ile beni böyle uykudan kaldırıp da getirtmenin ne manası var? Orta Oyunu’na çıkar gibi, bakın şu kıyafetime… Ayıp… Gürültünüz n’oluyor?

Ziba Dudu- (Entarisinin ön eteği ile başını örtmüş olduğu halde Ebullaklaka’ni elini öper). Amanın efendim, güveyi olacak şu herif isteye dileye aldığı hanımı şimdi istemiyor. Bütün saçını başını yoldu. O şöyle dursun, Yenge Kadınla bana bir söylemediği edepsizlik kalmadı. Size nakletmeye utanıyorum.

Ebullaklaka- (Müştak Bey’e). Vaay, namussuz, vaay…

Müştak Bey- Efendim, kerem ediniz, bendeniz de bildiğim kadar hakikati size anlatayım.

Ebullaklaka- Almalı ya… Almazsa ırzına leke sürmüş olur. (Mahalleliye). Öyle değil mi komşular?

Mahalleli- Hay hay…

Müştak Bey- Alamam efendim. Bunda bir yanlışlık var, zira bana nikah ettiğiniz kız bu değildir. Bunun küçüğüdür. Ben onu isterim.

Ebullaklaka: Hayır, sana nikah ettiğim büyük kızdır.

Müştak Bey- Değildir!

Ebullaklaka- Vay, sen, beni de yalancı çıkarıyorsun ha? Bu ne yüzsüzlüktür?

Batak Ese- Efendi, biliyor musun ki, ben bunun daha bilmen nelerini bilirim? Durun size deyivereyin: Bekçi olduğumdan üçün geceleri mahallede dolanırken, buna, çat çat çat sokak ortasında irast geliyorum. Bir kere kendiceğine nereden geliyorsun diye soracak oldum. Bana ne garşuluk virse iyü… Tarator (tiyatro) dan geliyon demesin mi? Beni masharalığa alma değil de ne demektir? Bakın şu ahmağa…

Müştak Bey- Vay, ferasatlı adam vay…

Batak Ese- Feres atlu adam sensün. Ulan hayvan! Bana kötü ilaf söyleyip durma, şimdi bana fanfin dimeği gösteririn!

Ebullaklaka- Bu herif hem edepsiz hem deli…

Batak Ese- Benim aklıma kalursa, hem habshaneye koymalı hem tımarhaneye…

Ebullaklaka- Bana danışırsanız, her şeyden evvel edepsiz ilamını alalım da bir daha mahallede oturtmayalım. Artık istemeyiz.

Mahalleli- İstemeyiz.

YEDİNCİ FIKRA

Müştak Bey-Habbe Kadın-Ziba Dudu-Ebullaklaka Batak Ese-Atak Köse-Hikmet Efendi

Atak Köse- (Arkasında küfe bir elinde kürek ve bir elinde süpürge ile) İstemeyiz!

Hikmet Efendi- (dahi Atak Köse’nin arkasından yetişerek) Ne istemiyorsunuz?

Atak Köse- Ben ne bileyim, mahalleli istemeyiz diyor, ben de öyle diyorun. Elbette onların böyle demelerinde hakları vardır.

Hikmet Efendi- Ay, mahallenin neden hakkı var?

Atak Köse- Hakkı pek yavuz bilirin amma bak, doğrusu neden hakkı olduğunu bilmen.

Hikmet Efendi- Öyle ise bilmediğin şeye neye karışıyorsun?

Atak Köse- Vay, neye karışman? Ben de bu mahallenin galbur üstüne gelenlerinden değil miyim?

Hikmet Efendi- Sen kim oluyorsun?

Atak Köse- Daha hala sen benim kim olduğumu biliyor musun?

Hikmet Efendi- Hayır!

Atak Köse- Öyleyse, sen de bilmediğini neye soruyorsun? Hay cahil, hay! Şindi tutup da sana anlatacak mıyın ki, ben dahi öteki mahallede kiracıyın ve bu mahallede süprüntücü başıyın diye?

Hikmet Efendi- Hay, şaşkın hay!

Atak Köse- (Müştak Bey’i göstererek) Vay, sen şunun gibi bir kabahatliye sahabet ediyorsun ha? Riza-yı kabahat aynı kabahattir. Sen de anın cezaya müstahaksın!

Hikmet Efendi- Aman efendim, ben kendi kabahatimi anladım amma, onun kabahati n’oluyor anlayamadım.

Ebullaklaka- Daha ne olsun? Kendisine nikah ettiğim kızı istemiyor da anın küçüğünü istiyor, bu ne demektir?

Hikmet Efendi- Efendim, gazaplanmayınız. (Gizlice bir para kesesi göstererek) Küçük kızı senden isteriz.

Batak Ese- Efendi, nedir o, rüşvet mi alıyorsunuz?

Ebullaklaka- (Batak Ese’ye). Ben öyle şey mi kabul ederim? İstemem. (Gizlice Hikmet Efendi’ye) Yan cebime koy. (Hikmet Efendi keseyi yan cebine koyar).

Atak Köse- Gizlice yan cebime koy mu diyorsunuz?

Ebullaklaka- Haşa, sümme haşa. Eğer ben bu paraya elimi sürdümse ellerim kırılsın!

Hikmet Efendi- Aman efendim, hakikat her ne ise layıkıyle meydana çıkarın da ona göre şanınıza düşeni işleyin.

Ebullaklaka- Böyle kibarane yoluyla meramınızı ifade buyuruşunuzdan, gönlümdeki hiddet gitti de merhamet geldi. (Mahalleliye) Yahu, mahalleli, ben bu işte bir başka türlü hakkaniyet görmeye başladım. Zira sonradan hatırıma bir şey geldi.

Mahalleli- Nedir o?

Ebullaklaka- Fakat büyük kız demekten muradım, yaşta büyük değildir. Boyda büyük demek manasındadır. Zira büyük kız kırk yaşını geçmiş olduğu halde Damat Bey’in dengi olamaz. İşte benim bildiğim bu kadardır. Her bir zamanda ve her bir mekanda böyle doğruca şahadet ederim.

Batak Ese- Siz buncılayın dil ile ikrar ettikten geri, biz de kabl ile tasdik ederiz.

Mahalleli- Hay hay…

Ebullaklaka- (Habbe Kadın’a) Yenge kadın, boyda büyük, yani yaşta küçük olan asıl Gelin Hanım’ı var getir. Kendi elimle Damat Bey’e teslim edeyim. Bir daha yanlışlık olmasın! (Hikmet Efendi’ye) Daha başka bir yanlış olmuş şeyler varsa, söyleyin, anları dahi hasbice düzelteyim. Zira bu makule hayır hizmette bulunmayı kendime bir büyük iftihar bilirim.

Batak Ese- (Müştak Bey’e) Beyefendi, deminden size dediğim lafların hepsi şaka içindi. Sizin gasavetiniz vaktinde güldürüp eğlendirmek istiyordum.

Atak Köse- (Hikmet Efendiye) Efendi, tövbe olsun ki, bir daha mahallenin süprüntüsünden başka bir işine karışırsam adam değilim.

KAYNAKÇA: E. J. W. Gibb, A History of Ottoman Poetry, c. V, Londra, 1907, s. 22-40; İsmail Habib (Sevük), Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi, İst., 1340/1924, s. 107-122; İsmail Hikmet (Ertaylan), Türk Edebiyatı Tarihi, c. I, Bakû, 1925, s. 59-82; Ahmet Rasim, İlk Büyük Muharrirlerden Şinasi, İst., 1927; İsmail Hikmet (Ertaylan), Şinasi, İst., 1932; M. Kaplan, “Şinasi’nin Türk Şiirinde Yaptığı Yenilik”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. II, no. 1-2, İst., 1948, s. 21-42; H. Dizdaroğlu, Şinasi: Hayatı, Sanatı, Eserleri, İst., 1954; R. A. Sevengil, Tanzimat Tiyatrosu, İst., 1961, s. 11-52; Ö. F. Akün, “Şinasi’nin Bugüne Kadar Ele Geçmeyen Fatin Tezkiresi Baskısı”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XI, İst., 1961, s. 67-78; ay, “Şinasi’nin Fatin Tezkiresi Baskısındaki Yeni Biyografik Bilgiler”, Türkiyat Mecmuası, c. XIV, İst., 1964, s. 277-336; G. Akıncı, Batıya Yönelirken Şinasi, Ank., 1962; Tanpınar (1967), 155-188; Ö. F. Akün, “Şinasi”, İA, XI, 545-560; Kaplan, Şiir, I, 15-22; Akyüz, Antoloji (1970), 2-21; M. K. Bilgegil, Şâir Şinasi (Hal Tercümesi Üzerine Küçük Bir Araştırma), İst., 1972; Banarlı, RTET, II, 859-868; M. Kaplan, “Yeni Aydın Tipi: Büyük Reşit Paşa ve Şinasi”, Tip Tahlilleri, İst., 1985, s. 167-176; Ş. Mardin, “Tanzimat ve Aydınlar”, TCTA, I, s. 46-54; Ziyad Ebüzziya, Şinasi, (yay. haz. H. Çelik) İst., 1997; A. Uçman, “Şinasi”, YYOA, II, 593-595.

 

Paylaş