HAYATI
22 Ocak 1933’te Ergani/Diyarbakır’da dünyaya geldi. Tam adı Mehmet Sezai Karakoç’tur. Mehmed Levendoğlu, Zülküf Canyüce, Sait Yeni, Mehmet C. Güneş, M. Cemil, Mehmet Yasin, Mehmet Yasinoğlu, S. Y., M. B. Y., imzaların da kullandı. I. Dünya Savaşı’nda Ruslara karşı savaşırken esir düşne ve bir süre Kafkasya’da esaret hayatı yaşayan Yasin Efendi ile Emine Hanım’ın oğludur. Ailesi Ergani’de Levendoğulları adıyla da tanınan bir sipahi soyundan gelmektedir. İlkokul Ergani’de bitirdi, ortaöğrenimini parasız yatılı olarak okuduğu Maraş Ortaokulu ile Gaziantep Lisesi’nde tamamladı. Aile içerisinde özellikle babasından öğrendiği dini bilgilerle yetişti. Liseyi bitirdikten sonra babasının ilahiyat, kendisinin de felsefe öğrenimi yapmasını istemesine rağmen, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bursu okuma olanağı kazanınca da bu okula girdi. 1955’te Maliye Şubesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Şiir Sanatı adlı bir dergi çıkardı ve Gelirler Genel Müdürlüğü kontrolörlüğü görevlerinde bulundu. Görevi dolayısıyla çeşitli denetleme gezileri sırasında özellikle Orta Anadolu ve Ege Bölgesi’nde pek çok yeri yakından görüp tanıma fırsatı buldu. 1965’te kendi isteği ile memurluktan emekliye ayrıldı.
Yeni İstanbul, Babıali’de Sabah ve Milli Gazete’de günlük yazılar yazdı. 1969’da Diriliş Yayınları’nı kurdu. 1971-1974 arasında yine Maliye Bakanlığı’nda resmi görev yaptı.1960’ta Diriliş adıyla çıkarmaya başladığı dergiyi 1966-67 yıllarında on iki sayı, 1969-71’de on altı sayı, Eylül 1974- Şubat 1976 arasında on sekiz sayı, Mayıs 1976-Ağustos 1978 arasında gazete boyutlarında 60 sayı yayımladı. Ekim 1979’dan itibaren derginin yayımını aralıklarla sürdürdü. 1988’de sonra haftalık dergi olarak çıkardı. 1990’da Diriliş Partisi’ni kurdu ve partinin genel başkanlığını yaptı. Parti faaliyetleri arasında çeşitli açık hava toplantıları düzenledi ve ilk defa kamuoyunun karşısına çıktı; zaman zaman konferanslar verdi. Diriliş Partisi yeter sayıda il ve ilçede örgüt kuramadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından 1997’de kapatıldı.
1950’den sonraki Türk şiirinin önde gelen isimlerinden biri olan Sezai Karakoç bir süre adı İkinci Yeni şairleri arasında (hem aynı yıllarda şiirler yayımlaması, hem de biçimsel yönden onlarla birtakım benzerlikler taşıması ve Cemal Süreya ile dostluğu sebebi ile) anılmış olmakla beraber, gerçek şiirinde işlediği temalar, gerekse şiirsel duyarlığa yaklaşımı bakımından onlardan ayrılır.
Çok küçük yaşlarda evde kendi kendine okuma yazma öğrenen Sezai Karakoç sonraki yıllarda daha çok babasının etkisi altında yetişmiştir. Yıllar sonra burada yaşadığı bağ bozumları, ramazan aylarının neşesi, kışlar, kar, kitaplar, oruç, namaz ve yakın akrabalarının ölümü arasında geçirdiği çocukluk çağlarını daima güzel bir anı olarak hatırlayacak ve zamanla bu öğeler onun şiirinin temel öğesini oluşturacaktır. Ortaokul yıllarında çeşitli yerli yazarların yapıtlarını okurken, bir yandan da kendi kendine Farsça ve Fransızca öğrenmeye çalışır. Lise sıralarında Batı edebiyatına açılır; Shakespeare’nin bütün oyunları ile G. Duhamel’in bazı yapıtlarını, A. Gide’nin Dünya Niğmetleri’ni, Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah’ını, Yakup Kadri’nin M. Proust’ta çevirdiği Kaybolmuş Zamanın Peşinde –Swanların Semtinden, Dostoyevski’nin Kardeşleri ile daha pek çok Batı klasiğini bu yıllarda okudu.
Lise yıllarında önce belli belirsiz birtakım imgeler çevresinde hece ölçüsüyle yayımlanan mısra kurma çabaları, okulda çıkarılan duvar gazetesinde yayımlanan ilk şiir denemeleri ve bazı yazılarla bir süre devam eder. İlk şiiri Mehmed Levendoğlu imzasıyla 1949’da Büyük Doğu dergisinde çıkar. Hisar, Mülkiye, İstanbul, Şiir Sanatı, Pazar Postası ve Soyut gibi dergilerde şiir ve yazıları yer alır. Bir süre Büyük Doğu dergisinin edebiyat sayfasını yönetir.
“Rüzgar” ve “Yağmur Duası” gibi ilk şiirlerinde, daha çok Necip Fazıl Kısakürek, A. M. Dıranas arasında bir yerde, hece ölçüsüyle kendine özgü bir söyleyiş geliştirmeye çalıştığı dikkati çekmektedir. Daha başka şiirleriyle birlikte, üzerinden yıllar geçtiği halde unutulmayan şiirleri arasında farklı bir yeri olan “Monna Rosa” şiiri yine bu dönemde ortaya çıkmıştır. Kendisi bunu “Modern bir Leyle ile Mecnun denemesiydi” diye açıklamaktadır. İlk defa Nisan 1952’de okulun düzenlediği bir kır gezisinde okunan ve büyük bir ilgi gören şiirin birinci bölümü aynı yıl Hisar dergisinde yayımlanır. Yılsonunda ikinci ve üçüncü bölümleri yazılan şiirin tamamı 1953’te Mülkiye dergisinde okuyucunun karşısına çıkar. “Monna Rosa” gerek muhtevası, gerek ifade gücü ve gerekse hece ölçüsüyle başlayıp serbest biçimde devam eden şekliyle Sezai Karakoç’un şiir çizgisinde önemli bir başlangıç olarak kabul edilmektedir.
Sezai Karakoç adıyla adeta özdeşleşen “Diriliş” kavramı da, henüz fakültenin son sınıf öğrencisiyken Cezayir Bağımsızlık Savaşı sebebi ile Yeni Ay dergisinde yayımladığı “Bir Milletin Ba’süba’delmevti” adlı yazı ile doğar. 1956’da annesinin ölümü üzerine şiirlerinde başta ölüm teması olmak üzere diğer çeşitli metafizik temaların yoğunluk kazandığı dikkati çeker. Kendisi bu dönemi yıllar sonra şu sözlerle hatırlayacaktır: “Annemin ölümü beni çok sarsmıştı. O sıralar ve daha yıllarca yazdığım şiirlerin ana teması ölümdür. ‘Yoktur Gölgesi Türkiye’de’ şiirimi de annemin ölümü duyarlılığıyla yazmıştım. Yirmi dört yaşındaydım. Zaten hüzünle dolu olan şiirime bu kez ölümün gölgesi düşmüştür. Metafizik bir havaya bürünmüştü şiirlerim. Fizik ötesini kurcalama psikolojisi son derece yoğunlaşmıştı.
1960’ta kendi kıt olanaklarıyla Diriliş adında bir dergi çıkarmaya başladı. Derginin hazırlık dönemini ise kendisi anılarında “Yeni bir nesil gelmişti. Ortam otuz yıl öncesine göre çok değişmişti. Düşünüşte bir yenilenmeye ve tazelenmeye ihtiyaç vardı. Yeni bir dil ve üslup gerekliydi. Bir süredir daldığım metafizik düşünceler de kendini ifade için beni zorluyordu. Bu fevkalade şartlar içinde doğdu Diriliş. Ba’süba’delmevtin karşılığı olarak Diriliş’i bulmuştum. Ölümden sonra dirilme anlamına…” sözleriyle açıklamaktadır. 1961 yılı ise bütünüyle metafizik duyarlılıklarla dolu geçer. 1963 sonlarına doğru bu kez babasının ölümü onu yine oldukça derinden etkileyecektir. 1966’da Diriliş dergisinin renkli kapaklı ve daha ciddi görünümlü bir dergi halinde yeniden çıkarmaya başlar, ancak bir yıl kadar sonra dergi tekrar kapanmak zorunda kalır.
Sezai Karakoç’un şiir çizgisinin esas dönüm noktası 1967’de yayımlanan “Hızırla Kırk Saat” le başlamaktadır. Onda başlangıçtan beri mevcut mistik ve metafizik öğeler bu kitapla birlikte destansı anlatımla birleşerek bütünüyle dini bir havaya bürünür. Burada ölümü bir kurtuluş ve arınma olarak gören Sezai Karakoç’un bu yapıtı bazı yönleriyle E. Pound’un “The Cantons” eserine benzetilmiştir. Hızırla Kırk Saat’in bir anlamda devamı kabul edilen, inanç ve imge dünyasının biraz daha zenginleşip derinleştiği Taha’nın Kitabı’nda toplumsal kimlik de ön plana çıkmaktadır. Burada, kötülüğün simgesi olan yarasalarla savaşan Taha aynı zamanda “diriliş” imgesi olarak sunulmaktadır. Üçlemenin son kitabını Gül Muştusu oluşturur. Bazı eleştirmenlerin “modern bir gül mesnevisi” olarak gördükleri bu yapıtta gül imgesinin ortaya koyduğu bütün çağrışımlardan yola çıkılarak, gül bir inanç sisteminin simgesi haline gelir. Şiirlerinde metafizik problemler, Anadolu gelenekleri ve görenekleri, kent uygarlığının ortaya çıkardığı bunalımlar ve çağdaş Batı şiirinden gelen imgeler bir arada bulunmaktadır. Çağdaşı birçok şairden farklı olarak hiçbir zaman karamsar olmayan Sezai Karakoç, hayatta olduğu gibi sanatında da yaşama ve yaşatma sevincine sahip çıkmıştır. Çocukluk yılları Diyarbakır, Ergani çevresinde geçen Karakoç’un şiirlerinde bu ortam “mutlu çağ”, bir çeşit “kayıp cennet” gibi yer almaktadır.
Şiirinde insanı bütün düşünce, duygu ve sezgileriyle veren şair, şiirin insanı soyutlaştırması gerektiği, şiirin bir nitelikler sanatı olduğu, şairin de yapıtına insanı sadece bir fon olarak yerleştirebileceği görünüşüne yer verir. Özellikle “Şahdamar” ve “Köpük” adlı eserlerinden sonra biraz da İkinci Yeni şairleri gibi kapalı bir anlatım biçimine doğru kayan şiirlerin arka planı oldukça zengin imgeler ve serbest çağrışımlarla yüklüdür. Bir yazısında: “Anlam, yeni şiirde kendi öz fonksiyonunu yitirmiştir. Bir uyurgezerdir, hafızasını kaybetmiştir belki. Gerçi yeni şiir yer yer anlamsızlığı dener. Anlam boşlukları bırakılabilir, anlam sıkıntıları çekebilir, ama büsbütün anlamsız bir şiir düşünülemez” der.
Şiirlerinin içeriği kadar biçiminin de önem taşıdığını belirten şair, yeniliğin şairin özünde olması gerektiğini ve her özün de yeni bir biçemi beraberinde getireceğini söyler. Yeni olmayı, “ölmezlik” kazanan “eskinin sırrını bulmak” olarak görür ve sanatta yeniliğin esasta geleneğe karşı olmak, hele onu yıkmakla değil, işe onun bıraktığı yerden başlamak, oradan alıp ileri götürmek biçimde değerlendirir. Esas olarak İslami bir şiir duyarlılığına sahip olan Sezai Karakoç’un batılı örnekleri arasında T.S. Eliot ile Ezra Pound gibi isimler sayılmakta, onun şiirinin tamamen yerli bir şiir olduğu kadar, yeni ve modern bir şiir olduğu da vurgulanmaktadır. 1957-1958 yıllarında Şiir Sanatı ve Pazar Postası dergilerinde yazmış olduğu çeşitli yazılarda genel olarak şiirden ne anladığını, yeni Türk şiirni nasıl gördüğünü açıklayan Sezai Karakoç, “Sanatçı ve Realizm”, “Şiirde İnsan” ve “Şiir ve Mantık” adlı yazılarında kendi şiir anlayışının temel ilkelerini de ortaya koymuştur. Kendi kuşağından diğer şairler gibi, dilin şiiri doğurduğu düşüncesine katılmaz; “bizim ülkemizde şaire yetecek olan, şair oluncaya kadar edindiği realite lezzeti değil, kendidir, kendinin nefsi, zarif öz benliğidir. Şairin cevherdir kendine yetecek olan”, diyerek şairin esasen kendi kendine yetmesi gerektiğini belirtir.
“Diriliş”i özel olarak kendi sanatı, genel anlamda bütün İslam uygarlığının yeniden kendine gelmesi anlamında geniş ve kapsamlı bir terim olarak temellendiren Sezai Karakoç’a göre diriliş, “insanın İslam’da dirilmesi ve İslam’da kurtulmasıdır”. Anılarında “zaten hayat, insanın sürekli kendini araması değil midir bir bakıma” diyen Karakoç “Diriliş” kavramı çerçevesinde İslam uygarlığını yeniden diriltmeye ve içinde yaşadığımız çağa bütünüyle yansıtmayı amaçlar. Ayrıca tarihin bütün gerçeklerinin bilinmesi; eski edebiyatın yeni kuşaklar tarafından mutlaka öğrenilmesi; kültür, edebiyat ve bilgi alanında yeni bir diriliş hamlesi yapılması gerektiği görüşündedir. Düşüncelerini ve ideallerini özellikle “Sütun” adlı kitabında dile getirmiştir. Hemen hemen hepsi önce gazete ve dergilerde yayımlanan düşünce yazılarının çoğu kitaplaşmış olup bunların sayısı otuzu bulmuştur. Bu kitaplar arasında “Diriliş Neslinin Amentüsü”, “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü” ve “İslam’ın Dirilişi” en çok okunanlardır.
Sezai Karakoç 1968’de MTTB Millî Hizmet Armağanını, 1970 yılında sürgündeki Macar yazarlarının takdir ve şükranlarının nişanesi olarak Gümüş Hürriyet Madalyasını, Hikâyeler kitabıyla 1982’de Hikâye Ödülünü kazandığı Türkiye Yazarlar Birliğinin 1988’de Üstün Hizmet Ödülünü, 1991’de yapılan XII. Dünya Şairleri Kongresinde World Academy of Art and Culture Ödülünü aldı. Adı, doğduğu il olan Diyarbakır’da bir bulvara verildi.
“Bir anlamda İkinci Yeninin babası sayılan ve Sıkı Şairlerden ya da Sivil Şairlerden Sezai Karakoç…” (Ece Ayhan)
“Köpük şiiri dergilerde parça parça yayımlanırken bile birçok şairin ilgisini çekmiş, yılın en iyi şiirlerinden biri olarak övülmüştü.” (Memet Fuat)
“Ruhun Dirilişi beni en çok etkileyen kitaptır. Yirmi ciltlik peygamberler tarihine gerek yok; Yitik Cennet var ya.” (İsmet Özel)
“Hızırla Kırk Saat’e destan ağırlığı taşıyan, insana bu baskıyı yapan bir roman diyeceğim gelir. Asırların amacı olarak biriken bir medeniyetin iç romanı. Fakat bir yerde de çabuk bir deyişle, bir açıklamayı da mümkün kılacağı için, bir opera.” (Cahit Zarifoğlu)
“Bir Sezai Karakoç vardır Sayın Cumhurbaşkanım. (…) Kendi hâlinde alçakgönüllü bir insandır; ama alelâde bir insan değildir. Milletlerin tarihinde ancak beş yüz yılda, bin yılda bir tesadüf edilen ve bu mesut tesadüfe o milletlerin kültür ve sosyal hayatlarında büyük değişikliklere sebep olan bir sanat ve Ꝡkir adamıdır o. Bizim sanat ve düşünce hayatımızda Mevlâna ve Yunus’tan beri eşine benzerine rastlayamadığımız bir şair, bir mütefekkirdir.” (Ömer Öztürkmen)
“Sezai Karakoç, bizim daha önce bahsettiğimiz şiirlerinden sonra, hem ifade tarzını geliştirdi, hem de kendisine has derin, büyük, insicamlı, geleceği olan bir dünya kurdu. Onun, propaganda dolayısıyla adları çok duyulan ve haksız bir şöhrete ulaştırılan şairlerden daha üstün bir değere sahip olduğu muhakkak. İlerde, zaman şiir ağaçlarını silkeleyince, dikkatli araştırıcıların Sezai Karakoç üzerinde duracaklarını sanıyorum.” (Mehmet Kaplan)
“İlhan Berk’in, nesre çevrilemeyecek anlam aradığı yeni şiir kavramına, yine Pazar Postası’nda çıkmış, sözgelişi, şiirimizi götürücülerden Karakoç’un Balkon’u girer mi? Ölçülü, içten, efendice bir şiir olan Balkon’u gerek şiir, gerek nesir yönünden kim anlamsız bulabilir?” (Attilâ İlhan).
ESERLERİ
ŞİİR: Körfez (1959), Şahdamar (1962), Hızırla Kırk Saat (1967), Sesler (1968), Taha’nın Kitabı (1968), Gül Muştusu (1969), Şiirler I (Hızırla Kırk Saat) (1974), Şiirler II (Taha’nın Kitabı, Gül Muştusu) (1974), Şiirler III (Körfez, Şahdamar, Sesler) (1974), Şiirler IV (Zamana Adanmış Sözler) (1975), Şiirler V (Ayinler) (1977), Şiirler VI (Leylâ ile Mecnun) (1980), Şiirler VII (Ateş Dansı) (1987), Şiirler VIII (Alınyazısı Saati) (1989), Şiirler IX (Monna Rosa) (1998), Gün Doğmadan (Bütün Şiirleri) (2000).
HİKÂYE: Hikâyeler I (Meydan Ortaya Çıktığında) (1978), Hikâyeler II (Portreler) (1982).
ELEŞTİRİ: Edebiyat Yazıları I (1982), Edebiyat Yazıları II (1986), Edebiyat Yazıları III (1996).
İNCELEME-ARAŞTIRMA: Yunus Emre (1965), Mehmet Âkif (1968), Mevlâna (1996). TİYATRO: Piyesyer I (1982), Armağan (1997).
DÜŞÜNCE: İslâm’ın Dirilişi (1967), İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü (1967), Dirilişin Çevresinde (1967), Yazılar (1967), İslâm (1967), Kıyamet Aşısı (1968), Mağara ve Işık (1969), Allah’a İnanma ve İnsanlık (1970), Ölümden Sonra Kalkış (1970), Ruhun Dirilişi (1974), Çağ ve İlham I (1974), Yitik Cennet (1976), İnsanlığın Dirilişi (1976), Diriliş Neslinin Âmentüsü (1976), Çağ ve İlham II (1977), Gündönümü (1977), Çağ ve İlham III (1980), Makamda (1980), Diriliş Muştusu (1980), Çağ ve İlham IV (1986), Düşünceler I (1986), Fizik Ötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi I (1995), Fizik Ötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi II (1995), Fizik Ötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi III (1995), Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı I (1996), Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı II (1996), Unutuş ve Hatırlayış (1996), Varolma Savaşı (1997), Düşünceler II (Kurumlar) (1997), Samanyolunda Ziyafet (2004).
GÜNLÜK YAZILAR: Sütun I (1967), Farklar (1967), Sütun II (1969), Sûr (1975), Gün Saati (1986).
ÇEVİRİ: Batı Şiirinden (Şiir) (1976), Şiir Anıtlarından (Şiir) (1976), Çağdaş Batı Düşüncesinden (1997), Armağan (Fuzûlî’nin Hadîkat’üs-Suadâ’sından uyarlama) (1997).
RÖPORTAJ: Tarihin Yol Ağzında (1996).
KONFERANS: Çıkış Yolu I (2002), Çıkış Yolu II (2002), Çıkış Yolu III (2003).