HAYATI

Şair. Kütahya’da dünyaya geldiği bilinen Şeyhi’nin doğum tarihi hakkında tam bir bilgi yoktur. 1431’de Kütahya’da yaşama veda etmiş ve Kütahya, Dumlupınar’da toprağa verilmiştir. Germinyan’ın önde gelen Türkmen ailelerinden birinden geldiği sanılmaktadır. Asıl adı Yusuf Sinan’dır.

Öğrenimine Kütahya’da başlayan Şeyhi, daha sonra İran’a gitti ve burada tasavvuf ve tıp okudu. Dönüşü sırasında Ankara’da Hacı Bayram Veli’ye bağlandı. Bu sebeple Şeyhi mahlasını aldı. Kütahya’ya döndükten sonra bir attar dükkanı açtı ve hekimlik yaptı. Bu dönemde Germiyan beyi II. Yakup’un doktoru olarak ünlendi. 1415’te Karaman seferi sırasında hastalana Çelebi Sultan Mehmet’i tedavi etti. Başarısından dolayı Tokuzlu köyü kendisine tımar olarak verildi ve sultanın özel doktorluğuna getirildi. Şeyhi’nin Çelebi’nin kardeşi Emir Süleyman’ın ve II. Murat’ın yanında da bulunmakla birlikte Osmanlı hanedanından çok Germiyan sarayına bağlı olduğu bilinmektedir. Son yıllarını nerede ve nasıl geçirmiş olduğu konusunda da herhangi bir yoktur.

Şeyhi, dili, imgeleri ve canlı betimlemeleri ile çağının büyük ozanlarından biridir. Tasavvuf kültürü ile klasik İran şiirinin ortak özelliklerini ustaca birleştirerek divan edebiyatımızın gelişimine katkıda bulunmuştur. Semir bir öküzün boynuzlarına imrenen bir eşeğin başına gelenleri anlattığı Harname adlı mesnevisi gerek öykülemedeki başarısı, gerekse toplumsal yaşayış biçimini alaycı bir dille eleştiren içeriği ile hiciv edebiyatında önemli bir yer tutar. Konusunu Nizami’den aldığı Hüsrev ü Şirin mesnevisi ise benzerlerinin en iyisi olarak kabul edilir. Çağdaşı ve kendisinden sonra gelen yazarlarca Şeyhü’s-Şuara, emir-i şuara, pişterin-i şuara, pişterin-i şuara-yı Rum (Anadolu ozanlarının ilk öncüsü) gibi sanlarla övülen Şeyhi’nin şiiri uzun ölçü olarak anılmış, pek çok kaside ve gazeline Ahmet Paşa, Necati, Fuzuli ve Baki’nin de içinde bulunduğu kırk beşe yakın şair nazire yazmıştır. Tasavvuf ile beslenen ve dünyanın geçiciliğini savunan görüşlerin aynı sıra, dünya zevklerinden, aşktan, sevgiliden yoksun geçen günlerin boşluğunu dile getiren:

“Nefes kim aşksızdır zevksizdir

Kuru taştır gönül kim şevksizdir

*

Geçsin figanı ü nale vü derd ü enin ile

Şol ömr ki sürülmeye bir nazenin ile”

benzeri beyitleri ve tasavvufi aşkın karşıtı sayılabilecek tensel isteklerden söz eden:

“Ne bir dem ol büt-i ra-na bizimle hemden olur

Ne bir nefes bu gönülden firak odu kam olur

*

Dedim erişse bir gece şehyi visaline

Şükrane can gerek mi ya ten dedi ikisi de”

beyitleri ile de divan şiirinin ustalarından oldu. Attar’ın Habnamesi’ni çevirdiği, Neyname adlı bir mesnevisin de olduğu bildirilmişse de bu eser bulunamamıştır.

Şeyhi, Türk divan şiirinde İstanbul’un fethine, yeni Fatih devrine kadar uzanan bir olgunluk devrinin son aşamasıdır. Dehhani’den beri gelen şiir tarzının bütün özelliklerini eserlerinde, en yüksek derecesi ile, temsil etmektedir. Şeyhi’nin dilinde 13. ve 14. Yüzyılın öz Türkçe kelime ve deyimleri yaşamaktadır. Aynı devirlerin özelliklerinden olan eski Türk edebiyatına olan bağlılık dahi görülüyor. İleriye doğru Ahmet Paşa, Necati ve Fuzuli’nin müjdecisidir ve Ahmet Paşa’dan daha önceki devirde paşanın en benzeri, en yakını odur. Paşa da dahil olmak üzere Fatih ve Beyazıt devrinin birçok şairi hemen her şeyi doğrudan doğruya ondan almışlar, fakat İstanbul ufuklarından getirdikleri yeni hal ve zevk ile onu eskitmişlerdir. Bundan dolayı kaside ve gazelde Ahmet Paşa ve Necati’den sonra Şeyhi, Osmanlı münevverlerinin gözüne bir taşralı gibi görünmüştür. Lami’i ve Fuzuli’den sonra da mesnevisi hemen hemen unutulmuştur. Yalnız Harname’si, değer ve itibarını hiç kaybetmeden yaşayagelmiştir.

ESERLERİ
  • Divan: tıpkı basım 1942’de, Ali Nihat Tarlan, Şeyhi Divanı Tetkit, 1964
  • Hüsrev i Şirin: bilimsel basım F. K. Timurtaş tarafından1663’te)
  • Harname: Mesnevi. Yazıldığı tarih bilinmeyen yapıtta, yük taşımaktan bir deri bir kemik kalmış bir eşeğin, semiz öküzlerinin boynuzlarına imrenip onlar gibi semirmek amacıyla bir ekinliğe dalması üzerine kızgın tarla sahibinin onun kuyruğunu ve kulağını kesişini konu alır. 126 beyitten oluşan bu küçük mesnevi feilatün mefailün feilün vezni ile yazılmıştır. İlk on iki beyti tevhid ve na’t, bunu izleyen yirmi altı beyit ise padişaha övgüdür. Fabl niteliği taşımasının yanı sıra Türk mizah ve hiciv edebiyatının da en başarılı örneklerinden biridir.
ESER ÖRNEKLERİ
HARNAME

MÜNASİP HİKAYE

( Aşağıdaki hikaye Şeyhi Divanı’nın en ünlü manzumesidir. Edebiyatımızda Harname (Eşek Hikayesi) adı ile tanınmış bu fabl, II. Sultan Murat’a yazılan mesnevi şeklinde bir övgünün içinde Münasip Hikaye başlığı altında yer almaktadır. Söylendiğine göre, Şeyhi’ye yazdığı eserlere ödül olarak padişah tarafından para ve toprak verilmiştir; fakat şair memleketine dönerken yolda soyulmuş, kendisine verilen toprağı da ağaların elinde alamayarak perişan bir halde kalmış; bu hikaye dolayısı ile de kendi halini anlatmıştır)

Bir eşek var idi zaif ü nizar

Yük elinden kati şikeste vü zar

Gah odunda vü gah suda idi

Dün ü gün kahr ile kusuda idi

Ol kadar çeker idi yükler ağır

Ki teninde tü komamıştı yağır

Kargalar derneği kulağında

Sineğin seyri gözü yanağında

Arkasından alınsa patani

Sanki it artığını kalanı

*

Bir gün ıssı eder himayet ana

Yani ki gösterir inayet ana

Aldı palanını vü saldı ota

Otlayurak eşek yürüdü öte

Gördü otlukta yürür öküzler

Odlu gözleri gerli göğüsler

Sömürüp öyle yerler otlağı

Ki kılın çekecek damar yağı

Boynuzu kimisinin ay gibi

Kiminin halka halka yay gibi

*

Yöğrüşüp çün vururlar avaze

Yankulanırdı dağ u dervaze

Har-i miskin eder iken seyran

Kaldı görüp sığırları hayran

Ne yular derdi, ne gam-ı palan

Ne yük altında hasta vü nalan

Acebe kalır ü tefekkür eder

Kendi ahvalini tasavvur eder

Ki: birin bunlar ile hilkatte

Elde, ayakta şekl ü surette

Bunların başlarında taç neden

Bize bu fakr ü ihtiyaç neden

Bizi ger arpa ok u yay etti

Bunların boynuzunu kim ay etti

*

Var idi bir eşek, ferasetlü

Hem ulu hem dahi kiyasetlü

Çok geçirmiş zemanede çağlar

Yükler altında sızırıp yağlar

Ol ulu katına bu miskin har

Vardı, yüz sürdü, dedi: -Ey server!

Bugün otlakta gördüm öküzler

Gerüben yürür idi göğüsler

Her birisi semiz ü kuvvetlü

İçi vü dışı yağlı vü etlü

Yok mudur gökte bizim ulduzumuz

K’ olmadı yer yüzünde boynuzumuz

*

Böyle verdi cevabı pir eşek,

-Ey bela bendine esir eşek!

Dün ü gün arpa buğday işlerler

Anı otlayıp anı dişlerler

Çün bunlar oldu ol azize sebep

Verdi ol izzeti bulara Çelep

Tac-ı devlet konuldu başlarına

Et ü yağ doldu iç ü dışlarına

Bizim ulun işimiz odundur

Bize çoktur hakiki buyrukta

Nice boynuz, kulak u kuyruk da

*

Döndü yüz dert ile zaif eşek

Zar ü dilhasta vü naif eşek

Dedi: sehi ola bu işin aslı

Çünkü şerh oldu babı hem faslı

Varayın ben de buğday işleyeyin

Anda yaylayıp anda kışlıyayım

Gezerek gördü bir göğermiş ekin

Sanki tutardı ol ekin ile kin

Aşk ile değdi , girdi işlemeğe

Gah ayuklayu gah dişlemeye

*

Arpa gördü göğermiş aç eşek

Buldu can derdine ilaç eşek

Başladı ırlayıp çağırmaya

Anıp ağır yükün anırmaya

*

Çakarır har çün enker-ül-esvat

Ekin ıssızına arz olur arasat

Ağaç elinde azm-i reh etti

Tarlasını göricek bir ah etti

Daneden gördü yeri pak olmuş

Gök ekinliği kara hak olmuş

Yüreği soğumadı söğmek ile

Olamadı eşeğini dövmek ile

Bıçağını çekti kodu ayruğunu

Kesti kulağını vü kuyruğunu

*

Kaçar eşek acıyarak canı

Dökülüp yaşı yerine kanı

Uğrayu geldi pir eşek nageh

Sordu halini kıldı derd ile ah

Yalvarıp inleyip dedi: -Ey pir!

Batıl isteyü haktan ayruldum

Boynuz umdum, kulaktan ayrıldım.

KAYNAKÇA: Faruk Kadri Timurtaş / Şeyhi’nin Hüsrev ve Şirin’i (İnceleme-Metin, 1963) -Şeyhi’nin Hayatı ve Eserleri (1968), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999)

 

Paylaş