HAYATI
Osmanlı devlet adamı, asker, şair ve yazar. 1838’de Erzurum’da dünyaya geldi. 1891’de Viyana’da yaşama veda etti. Müftizade Esat Muhlis Paşa’nın oğludur. Aslen Ayaşlı olup soyu Hacı Bayrâm-ı Velî’nin ikinci halifesi Bünyamin Ayâşî’ye dayanır. Şiirlerinde Rami mahlasını kullanmıştır.
Rüştiye öğrenimini tamamlayan Sadullah Paşa, daha sonra özel öğrenim ile yetiştirildi. 1853’te Maliye Varidat kaleminde çalışmaya başladı. Üç yıl sonra Tercüme Odası’na nakledildi. Mezahib Kaleminde müdürlüğe yükseldi. Şura-yı Devlet üyeliği, Şura-yı Devlet baş katipliği görevlerinde bulundu. Daha sonra Divan-ı Humayun tercümanlığı ve amedçilik, Defter-i Hakan nazırlığı, Temyiz mahkemesi reisliği, Ticaret nazırlığı, V. Murat’ın tahta çıkışı üzerine de Mabeyn baş katipliği yaptı. Ama padişah tahttan indirilince, Abdülhamit tarafından Bulgaristan sorununun incelenmesi için Filibe’ye gönderildi. 1877’de Berlin büyükelçiliği görevine atandı. Bu görevi sırasında Berlin Kongresi’ne ve Ayestefanos barış görüşmelerine katıldı. Sadullah Paşa’ya 1881’de vezirlik rütbesi verildi. 1883’te Viyana büyükelçiliği görevine atandı. Uzun süre bu görevde kaldı. İstanbul’a gelmesine izin verilmedi. Kesinlikle bilinmeyen bir nedenden ötürü elçiliğin banyosunda hava gazı ile intihar etti. Dört gün süren koma halinden sonra hayata veda etti. Cenazesi İstanbul’a getirildi ve Sultan Mahmut Türbesi’nde toprağa verildi.
Şair ve düzyazı ustası olarak tanınan Sadullah Paşa’nın elimizde bulunan yapıtlarının sayısı sınırlıdır. Elimizdeki eserleri: On Dokuzunca Asır adlı şiiri ile bir kıtası, 1878 Paris Ekspozisyonu (sergisi) ve Berlin Mektupları. Sadullah Paşa, On Dokuzuncu Asır adlı şiiri ile adını günümüze kadar sürdürdü. Akla, deneye dayanan bilim tekniğin yeni bir dönemi başlattığı düşüncesinden yola çıkan bu şiirinde Sadullah Paşa, insanı yüceltir, gelişmeye olan inancını vurgular, eşitlik, hürriyet gibi kavramların yeni doğan çağa egemen olduğunu dile getirir. Biçim açısından da hiçbir özellik taşımayan, düşüncenin öne alındığı kuru bir şiirdir bu. Ama daha sonra Tevfik Fikret’in ana temlerinden birisi olan insana, bilime ve tekniğe iman görüşünü getirecektir. Tanzimat döneminde materyalist ve pozitivist anlayışın ilk kez bu şiirle apaçık ortaya konduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
ESERLERİ
- On Dokuzuncu Asır
- 1878 Paris Ekspozisyonu
- Berlin Mektupları
ESER ÖRNEKLERİ
ONDOKUZUNCU ASIR
Erişti evc-i kemalata idrakat
Yetişti rütbe-i imkana kısm-ı mümteni’at
Besait oldu mürekkeb mürekkeb oldu basit
Bedahet oldu tecarible hayli mecluhat
Mebahis-i felek ü arz u hikmet ü kimya
Değil vesavis-i ezhan u vehm ü temsilat
Mesail-i nazariye tevarib oldu sened
Erişti hadd-i yakine fusul-ı zanniyat
Ukul-ı zahire sa’id feza-yı ecrama
Kuva-yı cazibe kanunu paye-i tabakat
Heva vü berk ü ziya vü buhar u mıktanıs
Yed-i tasarruf-ı insanda unsur-ı harekat
Ziya hayalen iken şimdi bil-fi’il sa’i
Zılal zail iken şimdi ziver-i mir’at
Sada hesab-ı mesafatta muhbir-i sadık
Buhar zulmeti tenvire ebda’-i ayat
Cihat-ı erba’aya berk nakil-i ahbar
Buhar bahr u ber üstünde Hızr-ı nakliyyat
Tefahür eylemesin mi bu asr a’sara
Kısalttı bu’d-ı mekan u zamanı muhteri’at
Ne kaldı çeşme-i hayvan ne daru-yı Suhrab
Ne kaldı nüsha-i efsun ne hükm-i tılsımiyat
Ne kaldı sa’d-ı tevali ne kaldı nahs-ı kıran
Ne kaldı reml ü kehanet ne kaldı cifriyyat
Ne var hümada saadet ne var şeamet-i bum
Mukayyed asl-ı iradata cümle mec’ulat
Ne Atlas alemi hamil ne Zühre fail-i küll
Değil ukul-ı Felatun usul-ı tekvinat
Ne kaldı zann-ı tenasüh ne kaldı nar-ı Mecuz
Değil ukule ekanim kıble-i hacat
Esas-ı hikmet-i asr oldu vahdet-i Bari
Ta’ammüm eyledi aslü’l-usul-i mü’tekadat
Bulur gider cihet-i vahdetin umum milel
Vücud-ı vahdeti müsbit olunca ma’kulat
Hudud-ı hakk u vezaif mu’ayyen ü sabit
Ne kaldı cebr ü tegallüb ne kaldı keyfiyyat
Hukuk-ı şahs u tasarruf masun taaruzdan
Verildi alem-i umrana başka tenkisat
Ne Amr Zeyd’in esiri ne zeyd Amr’a veli
Müesser üss-ı müsavata nass-ı mevzu’at
Münevver eyledi ezhanı intişar-ı ulum
Mükemmel eyledi noksanı feyz-i matbuat
Megarib oldu diriga metali’-i irfan
Ne kaldı şöhret-i Rum u Arab ne Mısr u Herat
Zaman zaman-ı terakki cihan cihan-ı ulum
Olur mu cehl ile kabil beka-yı cem’iyyat
GÖL
Ta key bu şitab her kenare
Hiç meddine yok mudur nihaye?
Yelda-yı ezelde serserisin
Aram u rücu’dan berisin
Bir dem olamaz mı ömr-i na’saz
Umman-ı dehirde lenger-endaz
Ey Göl! Nazar et ki bir yıl akdem
Yârimdi bana bu yerde hem-dem
Bu taş ki, bu eder miyahın
Aramgehi iken o mahın;
Şimdi bana bir neşiman-i hayf!
Mehruca medar-ı şiven-i hayf!
Böyle yine inleyip dururdun
Yalçın kayalara baş vururdun
Yüzler sürer idi keff-i müştak
Ol paye ki kıble-gah-ı uşşak
Yadında mı bir gece o afet
O hüsnü melek, peri-kıyafet
Çıkmıştı benimle mahitaba
Bir sandal içinde seyr-i aba
Olmuştum onunla düş-ber-düş
Aşk alemi içre mest ü nedhüş
Tenhaca safa-yı ad ederdik
Zevk-i dem-i mahitab ederdik
Ses gelmez iken sema vü ma’dan
Hali iken her taraf sadadan
Sandalcıların kürek sadası
Bu halvetin idi hoş-nevası
Ahenkle çekerler idi birden
Bu şevk ile mevce-zen idin sen
Nagah çıkıp hazin bir ses
Emsalin işitmemişti hiç kes
Aksi ile oldulardı hayre
Etraf u sevahil-i buhayre
Yani ki o gül-fem-i hoş-avaz
Feryada şu yolda etti agaz
Ey çarh! Tevakkuf et, zaman ver
Ey saat-i sa’d! aman, aman ver
Bir kam alayım şu baht-ı nevden
Bu leyl-i neşat-ı tiz-revden
Bedbaht cihanda var hayli
Mevt onlara tatlı bir temenni
Bu zümreye devrin eyle tahsis
İhlak ile dertten eyle tahlis
Me’sudları gel et feramuş
Bu demde ki ayştır sana nuş
Beyhüde taleb aman zamandan
Kabil mi vefa o bi-amandan
Sü’ratle kaçar zaman benden
Aheste-rev ol, ben ona derken
Fecr etti zalam-ı leyli tarac
Me’aş-keş-i mihr-i safha-i ac
Fevt olmaya fırsat, edelim zevk
Bu bezm-i visale verelim şevk
Yok ademe bu cihanda mersa
Yok dehre kenar hiç hayfa
Durmaz geçeriz çü zıll-ı zail
Dehr ise misal-i mehr-i sail
Ey dehr-i hasud! Bu halet-i sekr
Müstes’id dest-i aşk-ı pür-mekr
Bizden olacak mı dur u mehcur
Ol sür’at ile ki ruz-ı gam dur
Aya bir eser kalır mı ondan?
Na-bud olacak mı bu cihandan
Ol bahr ki mevci hem de salib
Hayf olmayacak mı bir de talib
Ey ey ezeli adem-geh-i hak!
Ey mazi vü hufre-i hevil-nak!
Aya yine bel-edip gidersin
Söyle bize n’eyleyip n’idersin
Gasb eylediğin dem-i meserret
Etmez mi bu semte artık avdet
Ey göl ki safa-yı kalb ü cansın
Korkunç kayalar ki bi-zebansın
Ey bağrı delik mahuf garlar
Zindana şebih bişezarlar
Asude-nişin-i ruzigar ol
Mecra-yı fuyuz-ı nevbahar ol
Bari siz edin bu leyleyi yad
Kim kahr-ı dehirden ola azad
Ey manzarası güzel buhayre
Aşk ehline bi-bedel mesire
Her hal-i sükun u şiddetinde
Etraf-ı besim suretinde
Eşcar-ı hazin edalarında
Avihte-ser kayalarında
Lerzan esip geçen sabada
Etraftan akseden sadada
Simin-cebin olan kamerde
Kim aksi yüzünde nur-perde
Dur etme bu meclisi hayalden
İllah sıyanet et zevalden
Ettikçe riyah-ı berd seyran
Etraftaki neysitanı nalan
Etraf-ı revayih-i nesimin
Eknaf ü havali-i besimin
Hasıl, burada ne ise me’nus
Sem’ ü basar ü meşame mahsus
Nakl eyleyeler ki burda bir gün
Hem-bezm-i safada iki düşkün
Sadullah Paşa’nın Göl çevirisi de dahil şiirleri, İbnülemin’in Son Asır Türk Şairleri adlı yapıtındadır. Düz yazıları ise Ebuzziya’nın “Numune-i Edebiyat-ı Osmaniye” adlı eserinde yer bulmuştur.
KAYNAKÇA: Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, c:1, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Viyana Büyükelçisi Vezir Sadullah Paşa’nın İntiharına Dair, T.T.K. Belleten, Ank, 1950