HAYATI
1890’da İstanbul’da dünyaya geldi. 9 Ocak 1945’te İstanbul’da hayatını kaybetti. Eğrikapı Merkez Rüştiyesi ve Menşe-i Küttab-ı Askeriye’den mezun oldu. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye dairesinde katiplik, Kıtaat-ı Fenniye müfettişliği kaleminde memurluk yaptı. I. Dünya Savaşı sırasında seyyar tümenlerde katiplik yapan Osman Cemal Kaygılı, hastalanması sebebi ile emekliye ayrıldı. Emekliliğinden sonra geçim sıkıntısı nedeniyle çeşitli işlerde çalıştı. Cumhuriyet’in ilanından sonra İstanbul İmam Hatip Lisesi, Çemberlitaş Ortaokulu ve Fener Rum Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Verem ve kanser teşhisi ile yatırıldığı Guraba Hastanesi’nde geçirdiği bir ameliyat sırasında hayatını kaybetti. Ortakçılar Mezarlığı’na gömüldü.
1918 yılında sağlığı ciddi anlamda bozulmaya başladıktan sonra emekliye ayrılan Osman Cemal Kaygılı, aldığı emekli maaşı geçimine yeterli olmadığından inek beslemek, sebze yetiştirmek, dağlardan böğürtlen toplayıp satmak, seyyar manifaturacılık, ızgara-maşa satıcılığı, Haliç vapurlarında biletçilik gibi değişik işler yaptı. 1920’den sonra bazı gazete ve matbaalarda çalıştı.
Yazı hayatına 1910’da Baba Tevfik’in çıkardığı Eşek adlı mizah dergisinde ve bir halk gazetesi olan Karagöz’de yayımlanan mizahi yazı ve manzumeleriyle başladı. Sinop’ta kendisi gibi sürgün olan Refik Halit Karay ve Refi Cevat Ulunay’ın özendirmesi ile kalemini bütün olarak mizah çalışmalarına verdi. Bu tarihten sonra ölümüne kadar, belirli yayın organlarına bağlı kalmaksızın Alemdar, Aydede, Şebap, Alay, Ayine, Akbaba, Sabah, İkdam, Payitaht, Akşam, Cumhuriyet, Yeni Gün, Son Saat, Vakit, Haber, Son Telgraf, Yıldız, Açıksöz ve Hakikat gibi pek çok dergi ve gazetede öykü, manzum öykü, mizahi manzume, anı, sohbet, fıkra türünde yazılar kaleme aldı. Bir ara tiyatro ile de uğraştı. Müzikal komediler ve halk tiyatroları için metinler yazdı ve hatta bizzat kendisi sahneye çıktı. Ortaoyununa çıkan ve sanatta da başarılı olan yazarlar arasında onu da adı anılır. “İstanbul” ve “Mezarlık Kızı” adlı revüleri ile “Bana Benziyor mu?” adlı oyunu sahnelenmiş, ancak basılmamıştır. Hazırladığı Argo Sözlüğü Haber gazetesi tarafından tefrika edilmiştir.
Bir halk yazarı olan Osman Cemal Kaygılı, aynı türün diğer temsilcileri olan Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Ahmet Rasim gibi yazarların yolundan gitmiştir. Ancak Batı romanına yabancı kalması bir yandan yapıtlarının edebi değer bakımından zayıflığına yol açarken, bir yandan da ona, yabancı etkilere kapalı kalmak ve bütünü ile yerli olmak gibi bir özellik de kazandırmıştır. Bütün öykü, roman ve diğer kalem denemeleri, artık kaybolmuş olan zengin İstanbul folklorunun, özellikle kenar mahalle halkının, çingenelerin dil, örf, yaşama biçimleri ve bu çerçevede zengin bir şahıs kadrosu sergiler. Çoğunda yazar-anlatıcı olarak bizzat kendisinin bulunuşu bu ürünlerin bir çeşit meddah geleneğinin devamı olduğunu düşündürmüştür.
Orhan Okay, Osman Cemal Kaygılı hakkında: “Osman Cemâl’in bütün kalem mahsûlleri, hiçbir yabancı tesire açılmamış, böylece yerli karakterini dâima muhafaza etmiştir. Edebî değerden mahrum olmasıyla bu yerlilik vasfını birleştirerek, onun yazılarına, daha dikkatli ve sanatkâr yazarlara kaynaklık edecek çok değerli bir malzeme gözüyle bakmak doğru olur. Hikâye ve romanlarının hemen hiç bir tekniğe tâbi olmadan, çok defa ne vak’a, ne de tahlil gibi bir gayesi olmayan bir şekilde yazıldığı hemen dikkati çeker. Bunlarda anlatıcı ile yazarın aynı şahıs olması, yazarın hikâye içinde kahramanıyla ve okuyucusuyla sohbet etmesi, ikaz etmesi, Osman Cemal’i Ahmed Midhat Efendi’nin romanlarından daha da geriye götürür. Halkın içinde oluşu bakımından ise Hüseyin Rahmi’den daha gerçekçi, hattâ -hiç şüphesiz tesadü[ olarak- daha natüralisttir. (…) Hikâye ve romanlarının dışındaki yazıları da, yine edebî karakteri olmamak şartiyle Ahmed Rasim’in, Sermed Muhtar Ulus’un tarzını hatırlatır. Bütün bu kalem denemeleri, artık kaybolmaya başlayan, zengin İstanbul folklorunun, bilhassa kenar semt halk tabakalarının kütüğüne çok kıymetli bir malzeme teşkil edecek değerdedir. İstanbul’da avam hayatının akisleri; dil, örf ve yaşama şekilleri; Surdışı, Haliç, Kasımpaşa, Ayvansaray, Eyüp, Balat, Unkapanı gibi edebiyat dünyasının dışında kalmış semtler; meyhâneler, kahvehâneler gibi eğlence yerleri; çingeneler, hovardalar, tulumbacılar, külhanbeyleri gibi tipler, cinâyetler, destanlaşmış aşk mâceraları, bu hikâye ve hâtıra yazılarının içinde, samimi ve yapmacıksız bir dille anlatılır. Bir bakıma bu anlatım tarzını meddah geleneği ile birleştirmek mümkündür. Komedi ve trajedi dâima iç içe yaşanır. Bunları bir çeşit kara mizah olarak değerlendirmek daha doğru olur” değerlendirmesini yapmıştır.
ESERLERİ
HİKÂYE: Bir Kış Gecesi (1923, Anber takma adıyla), Çuvalcı Şeyhinin Hale[ (1923), Altın Babası (1923), Çingene Kavgası (Anber takma adıyla, 1925), Goncanın İntihârı (1925), Eşkıya Güzeli (1925), Sandalım Geliyor Varda (uzun öykü, 1938), Tekin Olmayan Kedi, Perili Bostan.
ROMAN: Çingeneler (1939; yeni bas. 1997), Bekri Mutafa (1944), Aygır Fatma (1944), Kovuk Palas (önce Son Telgraf’ta tefrika edildi, Kovuk Palas’ın Esrarı adıyla, 2003), Akşamcılar-Eski Bir Akşamcının Defterinden (bas. 2003, 1937’de Son Telgraf’ta tefrika).
OYUN: İstanbul Revüsü (oyn. Ferah Tiyatrosu, 1925), Mezarlık Kızı (oyn. 1925), Bana Benziyor mu? (oyn. Şehir Tiyatrosu, 1926), Üfürükçü (bas. 1935, Kaygısız soyadıyla; oyn. 1949).
İNCELEME: İstanbul’da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri (1937)