HAYATI

XV. yüzyıl yazarlarından. Yaşamı üzerine bilgi yok. Farsçadan çevirdiği Kabusname’nin özsözünde kendisi ile ilgili şu bilgileri vermektedir: “Şöyle bilmek gerektir ki, insanlar arasında Tanrının yarattıklarının en güçsüzü olan ben İlyas oğlu Mercimek Ahmet –Tanrı o ikisini bağışlasın- bir gün Filibe yolunda padişahın hizmetine vardım, baktım ki cihanın sultanı, zamanın galibi sultan soyundan Sultan Murat Han (…) elinde bir kitap tutar. Bu hakir hasta gönüllü, o alicenab padişaha “Bu ne kitabıdır?” diye sordum, o tatlı sözüyle “Kabusname’dir” diye cevap verdi ve dedi ki: “Hoş kitaptır, içinde çok yararlı şeyler ve öğütler vardır, ama Fars dilincedir, bir kişi Türkçeye çevirmiş, ama anlaşılır değil, açık söylememiş, bundan dolayı hikayesinden tat bulamayız. Ama bir kimse olsa bu kitabı açık ve anlaşılır bir biçimde çevirse, ta ki anlamından gönüller haz alsa” işte bu hakir gayret gösterdim, “Buyursanız ben çevireyim deyince, o temiz görüşlü padişah “Senin ne haddine” demedi, “Hemen çevir” diye buyurdu. Önsözünden anlaşılacağı gibi Mercimek Ahmet hakkında bildiklerimiz adının Mercümek A. İlyas oluşu, XV. Yüzyılda yaşadığı ve II. Murat adına Kabusname’yi Türk diline çevirdiğidir. Çeviriyi 1432’de tamamladığına göre bu yıldan sonra vefat etmiştir.

ESERLERİ

Kabusname: Çeviri tarihi 1432. Ziyaroğullarından Emir Unsur ul-Meali Keykavus tarafından 1082’de oğlu Geylanşah için yazılan ve 44 bab’dan oluşan bu ahlak ve siyaset kitabı Mercimek Ahmed adı ile tanınan yazarımız tarafından dönemin padişahı II. Murat’ın emri ile Türk diline çevrilmiştir.

ESER ÖRNEKLERİ
KABUSNAME’DEN

YEDİNCİ BAB: SÖZ SÖYLEMEK FAZLIN BİLDÜRÜR

Ve hem dükeli halka vacibdür ki sözi eyü söyleyeler ve hem yahşı anlayalar. İmdi iy oğul, sen dahi sözün yahşısın söyle, illa yalan söyleme, yalancı olma. Cehd eyle ki söz gerçekliğiyle maruf ve meşhur bilinesin. Şöyle ki eğer zaruret olup bir kez yalan söylersen dahı gerçeğe geçe. Pes ne söylersen doğrı söyle, yalan söyleme. Ve şol gerçeği dahı söyleme ki yalana benzer ola. zira bir gerçek ki yalana benzer ola, heman yalan olmış olur. Eyle olsa gerçeğe benzer yalanı söylemek yiğdür yalana benzeyen gerçekdenise. Zira gerçeğe benzese yalan makbul olur, veli ol gerçek ki yalana benzer ola söyleme, key sakın. Ta kim sen dahı ol nesneye uğrayamayasın ki bana vaki oldı Ebü’l-Evsar Emir Şahpur ibn ül-Fazl katında.

Şehzade- Gıylan Şah eyitdi: “Nice durur baba, ol desitanı eyit.”

Hikayet: Keykavus Eyitdi:

İy ciğer güşem, ol ki Allahu Tealanun fanzaları idi üzerinde, hacdan artuğın ödemişdüm. Hak Teala nasib itdi, anı daha ödedüm. Çünki Hicaz’dan döndüm, mülküme geldüm, yine gaza kılmağa arzı itdüm. Amma Hindüstan’dan yana çok gaza itmüş idüm, veli Rum gazasında görmemiş idüm. Arzu kıldum kim Rum’dan yana gazaya varam. Pes yarağ itdüm, Kühistan’dan Rum’a revan oldum. Ol vakit Rum’un acı Gence’yidi. Ol Gence’de bir beğ varıdı, adına Ebü’l-Esvar Şahpur ibn ül-Fazl dirlerdi.

Veli bu Gence meliki Ebü’l Esvar ulu padişah idi. Zeyrek ve bahadur, fasih ve mütekellim, dini dürüst, itikadı bütün, önin gözler kişiyidi. Şöyle ki padişaha resmdür. Cümle erkanı yirlü yirince idi. Durduğınlayın hüner idi, boş değüldi. Pes ben bu meliğün katına vardum. Çünki beni gördi, gaayet hürmet itdi, ululadı, hoş gördi, söze başladı, her neviden kapu açdı. Benden sorardı ve ben karşu cevab virürdim. Şöyle ki benüm sözlerüm beğenürdi. Çünki her verzişimi beğendi, bana çok keremler itdi. Bu lutfıla bir müddet ki ana durdum, bir niçe kez gazaya girdüm ve çıkdum. Sonra destur diledüm, kim yine ülkeme girdem, beni gitmeğe komadı. Ben dahı bunun bunca eylüklerin gördüğümden sonra reva görmedüm ki bunu  desturınsuz gidem. Pes bir niçe yıl bunun katında eğlendüm. Beni gaayet mükerrem ve muazzez görürdi ve herdem yimekde ve içmekde ve meclisinde hazurdım, sözi ve kalecisi benümle idi. Alemün halinden ve padişahlar hikayetinden ve geçmiş tevarihlerden sorardı ve ben karşu bildiğümden haber virürdim. Ta şuna değin ki, bir gün bizim ilümüz Kuhistan Mülki ve Gürgan ve Taberistan tarafı anıldı ve her mülkün acayibleri anıldı. Döndi. Ebu’l-Esvar bana eydür: “Sizün ikde dahı acayib var mıdır?” “Beli, vardur” didüm, “Nicedür, şerh it, işidelüm”. Didi. Ben eyitdüm ki, “Gürgan rustalarında, yani taşra ilinde bir köy var ve ol köyün bir bunarı var, köyden ırağ ırak. Kaçan kim avratlar desti götürüp suya varsalar, bir avrat dahı bile uydurular ki bu avratlar destiyi suyıla başlarına götürürler köye gelürken ol bir avrat ki destisüz bile uydurmışlardı, bunlar önince yürür, yeşile kurtçağuz olur, anda, karşu ol kurtçağuzı bulduğınca alur, yabana atar, ta ki avratlar ol kurtcağızı basmayalar. Ve eğer germeyüp ol kurtçağızı, desti götürenlerün kankısı ki basacak olursa ki ol kurt ayağı altında sıya, hemandem ol başındaki destideki su yiyir, murdar olur. Ol suyı dökerler ve destiyi yurlar taze su alurlar. Yine dönerler, eğer gelürken yine ol kurtçuğazı basacak olursa, destide su gine yiyse girek. Yine ol suyı dökseler gerek didim. Çün Melik Ebu’l Esvar benden bu sözi işitdi, benden yüzini çevürdi, bir müddet bana söylemedi, küsdi. Veli ben küsüp söylemedüğüme sebeb neyüdüğin bilmezidim. Ta bir gün bu Ebu’l Evsar’un bir veziri vardı, adına Piruzan-ı Deymi dirlerdi, benüm katuma geldi. Sordum ki, “Ya vezir, Melik bana sebeb nedür söylemez?” vezir eyitdi ki “Sana melül olup durur eydür kim? Anun gibi kamil kişi benüm katumda niçün bir söz söylenecek söz ola. Çün ben oğlancuk değülem, bunun gibi kişi benim gibi kişinin katında niçün yalan söyleye?” diye melüldür. Çünkü ben bu sözü işittim, doğruluğum ispat itmiğeçün filhal Gürgan’un ulularına ki, “Bana bir mahzar yazun ve ol mülkün reisi, kaadisi ve hatıbi ve cemi Gürgan’un ulularının tanukın ve tezkiyesin bile yazun ki ol köy ve ol yeşilce kurtcağızlar ben dediğim gibi midir, yohsa değül mi? Diyü. Temam dört ayda ol yazdukları mahzar bana irdi. Aldum ol mahzan Ebü’l Esvar katına iletdüm ve öninde kodum. Çünki aldı mahzarı, okudı, güldi ve eyitdi ki: “Ben bilerüm ki senün gibi adlu kişi benüm katumda yalan söylemez. Veli bir gerçek ki anun gerçekliği bunca tanuklara ve tezkiyelerle dört ayda isbat ola, anı ne hacet ki diyeler? Ya niçün söyleyeler bir gerçeği ki dört ayda kabul ola”.

KAYNAKÇA: Emre, A.Cevat (1940). “On Dördüncü Asır Yazmalarından Numuneler: Kabusname”. Türk Dili Belleten (5-6): 121-152., Özkırımlı, Atilla (hzl.) (1974). Keykâvus-Mercimek Ahmet, Kâbusname. 2 Cilt. İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser., Özkırımlı, Atilla (yty.). “Kâbûs-nâme”. Türk Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 3. İstanbul: Cem Yayınevi. 701, Özkırımlı, Atilla (yty.). “Mercimek Ahmed”. Türk Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 3. İstanbul: Cem Yayınevi. 843, Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

Paylaş