HAYATI
Şair ve yazar. 1896’nın Mayıs ayında İstanbul’da dünyaya geldi. 14 Ocak 1944’de kalbinden rahatsızlanarak yatırıldığı İstanbul Alman Hastanesi’nde yaşama veda etti. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Babası yedi çifte bir ığrıp kayığının reisi olan balıkçı Salih Reis, annesi Edirne civarından İstanbul’a gelmiş bir ailenin kızı olan Emine Hanım’dır. Mehmet Emin Yurdakul, baba tarafından Terkos köylerinden Zekeriyaköylüdür.
İlköğrenimini Saray Mektebi denilen sıbyan mektebinde okuyan Mehmet Emin Yurdakul, ortaokul için Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’ne gönderildi. Daha sonra Mülkiye Mektebi’nin idadi kısmına yazıldı, ancak 1887’de buradan ayrılmak zorunda kaldı. Bir süre maaşsız katip olarak Sadaret Dairesi Evrak Kalemi’ne kaydoldu, ancak ABD’ye gitmek umuduyla iki yıl sonra buradan da ayrıldı. Bu tarihten itibaren edebiyatla ve özellikle şiirle daha yakından ilgilenmeye başladı. 1891’de Ahmet Cevat Paşa’nın tavsiyesi ile Rüsumat İdaresi’ne evrak memuru olarak atandı.
Mehmet Emin Yurdakul, daha küçük yaşlarda okuma yazma bilmeyen babasına uzun kış gecelerinde Kerem ile Aslı, Aşık Garip, Battal Gazi gibi halk masal ve destanlarını, Namık Kemal’in “Evrakı Perişan” adlı eserini okumak suretiyle kendisinde şiir ve edebiyat zevki uyanmış ve babasının hoşlandığı, halkın duyacağı ve faydalanacağı tarzda bir milli edebiyat vücuda getirmek lüzumunu o zamandan ölümüne kadar devam etmiştir.
Mehmet Emin, sonraki yıllarda, İstanbul’a gelen İslam düşünürü Cemalettin Efgani’nin sohbetlerine katıldı ve zamanla onu rehber olarak kabul etti. 1897’de Osmanlı-Yuna Savaşı sırasında doğrudan doğruya hece vezni ve sade bir Türkçe ile şiirler yazmaya başladı. Mehmet Emin, ulusal duyguları halkan anlayabileceği bir dil ile anlatan bu şiirler geniş bir okuyucu çevresinde büyük yankı yarattı. 1898’de bu şiirleri Rezaizade Ekrem, Abdülhak Hamit, Şemsettin Sami, Rıza Tevfik ve Necip Fazıl’ın takrizleri, ressam Zonaro’nun resimleri ile Türkçe Şiirle adıyla kitap halinde yayımladı.
1907’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne giren Mehmet Emin Yurdakul, aynı yıl Erzurum Nazırlığı’na atandı. Bir yıl sonra II. Meşrutiyet’in ilanıyla Trabzon rüsumat nazırlığına getirildi. 1909’da 31 Mart Olayı’ndan sonra getirildiği Bahriye Nezareti müsteşarlığında ise yalnızca iki ay kalabildi. 1909’nun Eylül ayında Hicaz valiliğine atandı, ancak siyasi kargaşanın hüküm sürdüğü Hicaz’da Şerif Hüseyin ile yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle, kendi isteğiyle Sivas valiliğine getirildi. Üç ay sonra istifa ederek İstanbul’a döndü. 1911’de kurulan Türk Ocağı’nın başkanlığına getirildi. Türk Yurda Cemiyeti’nin kuruluş çalışmalarına katıldı. Mehmet Emin Yurdakul, aynı yılın sonunda atandığı Erzurum valiliği görevinden kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
Mehmet Emin Yurdakul, Mütareke’den sonra İstanbul’un işgali üzerine, Yusuf Akçura ile birlikte İstanbul’dan ayrılarak İnebolu yoluyla Ankara’ya gitti. Milli Mücadele bütün şiddetiyle devam ederken halkın moralini yüksek tutmak için Samih Rıfat’la birlikte konuşmalar yapmak üzere Anadolu’yu dolaştı. Emperyalizme karşı düzenlenen ünlü Sultanahmet Mitingi’nin konuşmacıları arasında yer aldı. 1923’den ölümüne kadar Şarkikarahisar, Urfa ve İstanbul milletvekili olarak TBMM’de bulundu.
Türk edebiyat tarihinde daha çok “Anadolu’dan Bir Ses yahut Cenge Giderken” adlı şiirleri ile tanınan Mehmet Emin Yurdakul’un Yeni Türk şiirinde ulusallaşma hareketini başlatan isim olarak kabul edilir. Şiir tekniği ve estetik açıdan güçlü bir şair olmasa da, halkın zevk ve anlayışından hareket etmesi, yerli hayata ait sahneleri halkın dili ile anlatması bakından Türk şiirine yepyeni bir hareket katmıştır.
Mehmet Emin Yurdakul, özellikle Türkçe Şiirle adlı kitabıyla “Milli Edebiyat” akımının öncülerinden biri olarak kabul edilmiştir. Muktebes, Çocuk Bahçesi, Servet-i Fünun dergilerinden sonra Ahmet Hikmet, Ahmet Ağaoğlu, Dr. Akil Muhtar, Hüseyinzade Ali, Yusuf Akçura ile birlikte kurdukları Türk Yurdu dergilerinde yazılar kaleme aldı. Yurdakul’un dil ve söyleyiş yönlerinden alışılmamış çıkışı Batılı Türkologları tarafından da övgü ile karşılandı. “Ottoman Poem” aldı kitabında E. J. W. Gibb, görüşlerini, “Türk şiirini doğru manzumu ile doğru ifadesi ile siz buldunuz” biçiminde yansıttı. Dil beğenisi başka biçimlerde gelişen Ahmet Haşim ise Yurdakul hakkında, şöyle yazdı: “Beni şimdiye kadar beslemiş olan efkarın şiirinizin tevlit etmekte olduğu telezzüzü tahdide ne suretle kadir olmadıklarına mütehayyirim. Adeta ben uyurken bulduğunuz yeni hava pençelerimin kanatlarını açmış ve beni hiç haberim olmaksızın serbest bırakmış”.
Mehmet Emin Yurdakul, Milli Mücadele zamanı Anadolu’ya ayak bastığı zaman Atatürk tarafından gönderilen bir telgrafta “Türk milliyetperverliğinin ilahi mübeşiri olan şiirlerinin o günkü mücadelenizin ruh hamasetine ufku tulu olduğu” bildiren milli şairimiz bu savaşın ilhamları olarak yazdı. Yurdakul 1928’de “Ey beşerin çarpan kalbi, Mustafa Kemal aydın kızlar, Vur” manzumeleri ve on parça mensur şiirini “Mustafa Kemal” kitabı ile ve 1939’da Türk gençliğine armağan ettiği üç yüz altmış dört mısradan oluşan “Ankara” isimli şiiri de Türk edebiyatına kazandırdı.
ESERLERİ
- Fazilet ve Adalet (1890)
- Türkçe Şiirler (1889)
- Türk Sazı (1914)
- Ey Türk Uyan (1914)
- Tan Sesleri (1915)
- Ordunun Destanı (1915)
- Dicle Önünde (1916)
- İsyan ve Dua (1918)
- Zafer Yolunda (1918)
- Turan’a Doğru (1918)
- Aydın Kızları (1919)
- Türk’ün Hukuku (1919)
- Dante’ye (1928)
- Kıral Corc’a (1928)
- Mustafa Kemal (1928)
- Ankara
ESER ÖRNEKLERİ
MEHMET EMİN YURDAKUL ŞİİRLERİ
EY GENÇ ÇİFTÇİ
“…
Haydi yürü, sen herkesten geç kaldın;
Çarığı çek, öküzleri sür yola!
Başucunda altın topu evladın
Bak, nereyi gösteriyor parmakla!…
Biz Türklere çiftçi millet diyorlar.
Evet, Oğuz Han gününden elimizde saban var;
Bizim için en aziz şey topraktır;
Ben iyi hal, altında ter, elde nasır olmaktır.
O sendeki aslan gövde üstünde
Demir gibi sağlam olan o kollar
Kerpiç gibi bir tarlayı dört günde
Değirmenin unu gibi ufalar!…
Kalk, oturma, artık yeter dinlenmek;
Gün ışıyor, şimdi akşam olacak:
Çiftini sür, bugün biraz emek çek,
Boş ambarlar yarın buğday dolacak!…
CENGE GİDERKEN
Ben bir Türküm; dinim, cinsim uludur
Sinem, özüm ateş ile doludur
İnsan olan vatanının kuludur
Türk evladı evde durmaz, giderim,
Muhammedin kitabını kaldırtmam;
Osmancığın bayrağını aldırtmam
Düşmanımı vatanıma saldırtmam.
Tanrı evi viran olmaz; giderim
Bu topraklar ecdadımın ocağı;
Evim, köyüm hep bu yerin bucağı;
İşte vatan, işte Tanrı kucağı
Ata yurdun evlat bozmaz giderim.
Tanrım şahit, duracağım sözümde;
Milletimin sevgileri özümde;
Vatanımdan başka şey yok gözümde
Yar yatağın düşman almaz giderim
Ak gömlekle göz yaşımı silerim;
Kara taşla bıçağımı bilerim;
Vatanım için yücelikler dilerim.
Bu dünyada kimse kalmaz giderim
HALK
I
Ben halkım, bir eski ve dertli kulum
Sayısız yüz yıllar var ki bedbahtım
Ayağım çarıksız, dikenli yolum
Sırtımda ağır yük, bak, iki katım
II
Bir yoksul kadınım çocuğum hasta
Doğuşta güzelim, hayatta çirkin
Kapımı açan yok yüreğim yasta
Kurumuş mememde sütüm: Kan, irin
III
Genç yaşta kocamış bir içli kızım:
Bek benim başımda saçlarım ak-pak
Ne kadar karaymış alnımda yazım:
Gelinlik duvağım kefen olacak
IV
Bir cahil çocuğum, solgun yetimim
Dilenmek sanatım, serseri adım
Sokakta köpekler yoldaşım benim
Her gece yattığım yer bir kaldırım
V
Saltanat her zaman beni ağlattı
“Malınız, canınız hep benim” ded:
İrtikap varımı zengine sattı:
Göğdemde derimi yüzmek istedi
VI
“Var çalış!” dediler, tembel değildim
Yumruğum güçlüydü, taşı kırardı
Sapanın, orağın pasını sildim;
İçimde bir kazanç ümidi vardı
VII
Dağları düz ettim, et, tırnak döktüm
Biçtiğim ekinler illerin oldu
Anbarım boş kaldı; yıkıldım, çöktüm
Yoluma bakanlar saçını yoldu
VIII
“Hak!” diye haykırdım, beni dövdüler
“İşkence yok!” dedim, bana vurdular
Merhamet dilendim, bana sövdüler
Adalet istedim, çarmıh kurdular
XIX
Kesilmiş başlarla şehir donatıp
Bir kanlı vahşete “Şenlik!” dediler
Açlığa bir ölüm raksı oynatıp
Yasların önünde zil istediler
X
Ölüler bağrından, ciğer söktürüp
“Bir zafer bayrağı!” diye aldılar
Diriler gözünden yaşlar döktürüp
Sadabad havzunu seyre daldılar
XI
Her çeşit fuhşa “Zevk!” diye taptılar
Tanburlar çaldılar figanlarımla
Çatımı yaktılar köşkler yaptılar
Ziyafet verdiler kurbanlarımla
XII
O kadar kan döktüm, kanadım ki ben
Lalede ve gülde kanımı buldum
Bir pembe sabahta güneş doğarken
Al renkli Doğu’ya bakamaz oldum
XIII
Bayrağım olmamış olsaydı eğer
Onun da rengine “Kan!” diyecektim
“Bu kızıl denizde kızıl matemler
“Var!” diye bu rengi sevmeyecektim
XIV
Siz beni bu yaşlı dağlara sorun
Ölümler diyarı çöllere sorun
Derdimi dinleyen rüzgara sorun
Benimle ağlayan her yere sorun
XV
Sorun ki şu tütmez olmuş ocaklar
Göklere haykıran ağızlar kimin?
Şu taze kazılmış sayısız mezar
Açlıkla can vermiş kaç bin yetim
XVI
Sorun ki ne kadar genç oğullarım
Gurbette, zindanda, sürgünde kaldı?
Ne kadar gözyaşlı, yaslı dullarım
Yolunmuş başları taşlara çaldı
XVII
Ben hırsa baş eğdim, evladsız kaldım
Dilimi kaybettim, destansız kaldım
Tarihi unuttum, ecdadsız kaldım
Yurdumda garibim, vatansız kaldım
XVIII
Ölümün bir yaşlı çulhası oldum
Yolunmuş saçlarla kefen dokudum
Mezarlar kazmaktan yoruldu kolum
Dökülen yaşlarla ölüler yudum
XIX
Sonra da bu ölü kemiklerini
Kalbimde tek koyup “saz” diye aldım
İçimde duyduğum hınçlarla kini
Bir ezgi yaparak ağıtlar çaldım
XX
Bir çorak yer oldum, başaksızım ben
Bir sönük mum oldum, ışıksızım ben
Bir yıkık burç oldum, sancaksızım ben
Bir kırık saz oldum, Aşık’sızım ben
XXI
Kapıya dikilen ziyaretçisi
Kırbaçlı zulm olan küycükler benim
Yetime ve dula uluyan sesi
En ağır küfür olan birçok yer benim
XXII
Koynumdan ayırıp evlatlık diye
Elimle sattığım masumlar benim
Bir kürek mahkumu gibi ezgiye
Konulmuş emeci mazlumlar benim
XXIII
Dikenli tarlalar, ıssız ocaklar
Harabe ve mezar taşları benim
Cenaze kokusu gelen sokaklar
Kör olmuş gözlerin yaşları benim
XXIV
Bu çamur ve kan devrine kim ki
Yalanı öğretti, “Hakikat” diye
İnsanlık ruhunun lanet ettiği
Riyayı belletti, “Fazilet” diye
XXV
Hürriyet aşkını kanla söndürüp
Bir zelil kölelik ahlakı verdi
Vatanı ıssız bir çöle döndürüp
Açlığı: “Kanaat!” diye gösterdi
XXVI
Bir iğrenç putperest devrini açtı
Taht’a baş eğdirdi, “İbadet!” diye
Kalplere hodgamlık tohmunu saçtı
Ayaklar yarattı, “Sadakat!” diye
XXVII
En vahşi, en alçak menfaat için
Zalimle oğulla kardeş sattırdı
Kanlarla, leşlerle ticaret için
Bal ömre bir katil ağu kattırdı
XXVIII
Bu kara, bu kızıl devri yakacak
İstibdat düşmanı kahramanı nerede?
Bu devri mezara sürüp tıkacak
Hürriyet aşıkı ulu can nerede?
KAYNAKÇA: Köprülüzâde Mehmed Fuad, “Mehmed Emin Bey”, Nevsâl-i Millî, İstanbul 1914, s. 159-161; Ruşen Eşref [Ünaydın], Diyorlar ki, İstanbul 1334, s. 157-167; Nüzhet Hâşim, Millî Edebiyata Doğru, İstanbul 1918; Hilmi Yücebaş, Millî Şairimiz Mehmet Emin Yurdakul, İstanbul 1947; Zahir Güvemli, Üç Tepe: Mehmed Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, Rıza Tevfik Bölükbaşı, İstanbul 1957; Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri: Tanzimat’tan Cumhuriyete Kadar, İstanbul 1969, s. 147-151; Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara 1970, s. 499-510; Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Tarihi, İstanbul 1976, II, 1083-1087; Fethi Tevetoğlu, Mehmed Emin Yurdakul: Hayatı ve Eserleri, Ankara 1988; Abdullah Uçman, Türk Dilinin Sadeleşmesi ve Hece Vezni Üzerine Bir Münakaşa, İstanbul 1997; a.mlf., “Yayımlanışından 100 Yıl Sonra Türkçe Şiirler”, TT, sy. 186 (1999), s. 31-35; “Yurdakul, Mehmed Emin”, TDEA, VIII, 612-615, Nihat Sami Banarlı / Metinlerle Türk Edebiyatı (1965), Halit Fahri Ozansoy / Edebiyatçılar Geçiyor (1967), Vasfi Mahir Kocatürk / Mehmet Emin Yurdakul’un Şiirleri (Mehmet Emin Yurdakul içinde, 1968), Yurt Ansiklopedisi (c. IV, 1982), Hakkı Tarık Us / Elli Yıl Mecmuası (tsz, s. 62-63), Muzaer Uyguner / Mehmet Emin Yurdakul (1992), Mehmet Behçet Yazar / Edebiyatçılar Alemi – Edebiyatımızın Unutulan Simaları (yay. haz. Mustafa Everdi, 1999), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü