HAYATI

Şair ve yazar. 26 Ekim 1981 günü İstanbul’da dünyaya geldi. Tam adı Osman Emre. Nilüfer Hanım ile yazar Mustafa Miyasoğlu’nun oğlu. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme Bölümü mezunu. İstanbul Kültür Üniversitesi’nde Klasik Türk Edebiyatı yüksek lisansını tamamladı. 2000’den beri Milli Gazete’de kültür-sanat yazıları yazıyor ve İngilizce kaynaklı dış basından çeviriler yapıyor. İstanbul’da yaşıyor. Öykü, yazı ve çevirileri Dergâh, Kırklar, Yedi İklim, Eğitim Bilim, Tarih ve Düşünce, Dergibi, Berceste dergilerinde yayımlandı.

ÖDÜLLERİ

  • Yalnızlık Rüyası ile 2002 Beyan Yayınları İlk Romanlar Yarışması İkinciliği

ESERLERİ

Öykü:

  • Olmaz Hayal, İst.: Konak, 2003.

Roman:

  • Yalnızlık Rüyası, İst.: Konak, 2006.

ESER ÖRNEKLERİ

Yalnızlık Hep Yalnızlık Hâlâ
Gün gün biriktirdiğim gelişlerin olmasa
Nasıl susup da bekler yarınlar
Hâlâ niçin ağırdan alır dünya
Saçlarından dökülmese dünlerim
Teselli olmasa aynalarda sen
Damla damla birikmesen
Kime sarılır yatarım
Gülümsemese yüzün

Her akşam türkü söylemese eteklerin
Hâlâ be hâlâ
Mutfakta şarkı çalmasa tabaklar
Kimi kaşık kaşık yer, yudum yudum içerim
Çınlamasa odalarda hatıran
Titremese o kirpikler gözlerimde hâlâ
Gölgelerin gezinmese şakaklarımda
Her akşam kapıları ılık ılık tıklamasan
İçimde nasıl büyür yüzün

Aylarca dolunaylarda hep bir buluttun
O bulutların ardında hâlâ bir umutsun
Biliyorum, hepsi tam tamına bir kabul
Duyuyorum, süreksiz ikindilerde de yoksun
Ama hâlâ bu yalnızlıkta ben hep seni bulurum

Yalnızlığımda buldum seni iliklerimde ben
Yokluğun, çok daha güzelmiş senin yüzünden
Çünkü yalnızlığımdaki kadar hiç yoktun ki sen
Çünkü yalnızlık hep, yalnızlık hâlâ!

Geceler doğmasa odama, kime sığınır yürek
Önümde uzanmasa secdeler, nasıl atar bu kalp
Yalnızlık da olmasa kime anlatırım derdimi
Nasıl dökerim içimi, olmasa bu hüzün.

Küçük Güzel Kız
-Filistin’in dişi aslanlarına-
Mahallemin arka sokağındaki küçük kız
Sözlerimden büyükmüş senin o güzel gözlerin
Ben işgal zincirlerinden Marlboro alırken
Sen küçük küçük taşlar toplardın
Gözlerinde nefer nefer bebekler, ışık gibi bakardın
Bende bilmem güzel kız sen ne arardın.

Sende gelinlik hülyaları kan kırmızı, can kırmızı
Bileziğin kandan, kuşağın kandan
Bende cihat beş klavye vuruşu
Ve bir ayakkabı markası Osmanlı tuğrası.
Bilboardlardan gelecek devşirirken ben Ameli-kanlı
Sen o taşlarla ne mübarek oyunlar oynadın
Seke seke Kudüs’ü sırtladın
Aksa halılarından postal topladın
Yürek suyunda yıkanmış bembeyaz
Avuçlarınla besledin Burak’ları.
Ben bu coğrafyanın arsız çığırtkanı
Seni aşk yerine koymamış mavi kotlu haylazım
Sen yerine olgun ve çirkin yosmalardan hoşlandım
Bak şimdi rahminde ölüm, ensemde karanlık…
Simsiyah bir boşluk büyüyor kanımda
Ellerimin arasına sığmıyor kafam.

Yüreğine varmıyor dilim küçük kız
Gözlerin gibi göğsünde biten güllerin de bana haram
Bedenin gibi ruhuna da ben sahip çıkamam
Sokaklarında köpeklerden kaçtım.
Erkeğin değilim, olamam
Kendi kanınla cennetini doğurdun sen
Bu toprakların buruk boğası ben, kimseye baba olamam.

Başımdan büyük yük yükledin ağır mı ağır
Sırtımdan kan ve hüzün damlar artık benim.

Filistin’de düşen yaprak benim annem, benim bacım
Toprağı öpen her çiçek, benim eşim, benim kızım
Yeşil nehirlerden beyaz göklere
Kapkara akan benim kanım
Orada her seferinde ölen hep benim adamlığım!

KAYNAKÇA: O. Akkuşak, “Şiir mi Hikâye mi”, Yeni Şafak, 14 Temmuz 2003; M. Niyazi, “Baba ve Oğul”, Zaman, 5 Temmuz 2004.

Paylaş