HAYATI
Halk ozanı. Menemencioğlu Ahmet Bey tarafından yazılan yazma “Menemenci Tarihi” adlı yapıtta, Gör Boy Beyi’nin oğlu Osman Bey, halkın haksız şikayetleri ve rüşveti ile Adana valisi Çelik Mehmet Paşa tarafından astırıldığı anlatılır. Bu konuda Dadaloğlu Musa adında bir şairin söylediği ağıt da zikrediliyor. Buna göre 1776 yılında hayatta olan Dadaloğlu’nun şairimizin babası olduğu anlaşılmaktadır:
Sana derim sana ey Çelik Paşa
Aman verdim Boz Osman’ı öldürme
Şad eyleyip nice düşmanlarını
Ara yerde haber bildirme
Arap ata binip oflaz sallanan
Demir zırhlar giyip taşlar urunan
Düşmanına çatal matal görünen
Şahin yıllı Boz Osman’ı öldürme
Ağan arslan gibi göğüs gerdi oturdu
Hangi hizmetinde kusur getirdi
Çok yüklere omuz verdi götürdü
Serdar yüklü Boz Osman’ı öldürme
Budur sana Kul Musa’nın sözleri
Güne değdi günden nazik yüzleri
Zamher’ettin ilkbaharda yazları
Yen’açılmış tomur gülü soldurma
XIX. yüzyılda yaşamış olması ve güney bölgesinin en ünlü ve sevilen şairi olmasına rağmen, Aşık Musa oğlu Dadaloğlu Veli’nin hayatı üzerine yeteri kadar bilgiye sahip değiliz. Bu alanda yazılı belge bulunmadıktan başka, ünlü halk simalarının kişilikleri çevresinde teşekkül eden lejandlar da onlar üzerinde bilinenleri unutturmakta, gerçek simaları belirsiz hale getirmektedir. Güney’de her yer onu kendine mal etmekte, hayatı ve ailesi üzerinde çeşitli lejandlar çıkarmaktadır. Araştırmacılar, Dadaloğlu’nun hayatını, şiirlerine yansıyan tarihi olaylar ve yerli özellikleri, kestirme yolu ile belirleyeme çalışmaktadırlar.
Bazı şiirlerinde, kendisinin söylediği gibi, asıl adının “Veli” olduğu anlaşılmakta:
Issız kalmış Fettahlı dağları
Aşık Veli’m çakıştırır beyleri
Babasının da “Dadaloğlu Aşık Musa” adında bir şair olduğu zikredilmektedir. Anlaşıldığı üzere “Dadaloğlu” aslında bir aile adı olup, bizim aşık da ocaktan gelme bir şairdir.
Dadaloğlu’nun hayatını, tarihi olaylarla ilgili türkülerine bakarak, bir dereceye kadar kestirebiliyoruz. Ramazanoğlu ile Kozanoğulları ve başka yerli beylerin boğuşmalarına, Dadaloğlu’nun ailesi de karışmış, Kozan çevresinin yatıştırılıp ıslah edilmesi, kanunlara itaatin temini, göçebelerin iskani için “Fırka-i İslahiye”nin giriştiği hareketleri de görmüş, olayları da yaşamışlardı. Aşiret beyleri, zaman zaman birbirleriyle çekişiyorlar, bazen de birleşerek devlete karşı ayaklanıyorlardı. Bu kargaşalık içinde asker ve vergi vermiyorlar, dışarında kendilerine destek arıyor ve buluyorlar, ayaklanmaları Osmanlı’ya karşı özgürlük davası gütmeye kadar vardırıyorlardı. Dadaloğlu, Toroslarda bu hareketlerine karışan Avşar aşiretindendi. Bunu, şiirlerinde söylemektedir. Şam’da yatan, ustası Kul Yusuf’u ziyareti sırasında söylediği bir koşmada şöyle demektedir:
Avşar ellerinde sökün eyledim
Şam’da Kul Yusuf’u görmeye geldim
Ziyaret eyledim Şam’ı şerifi
Ustam divanına durmaya geldim
Sonunda “Fırka-i İslahiye” komutanı Derviş Paşa’nın tedbirleri sayesinde, bazı çatışmalardan sonra, fazla kan dökülmeden, ayaklanma bastırılmış, başta Avşar olmak üzere, aşiretlerin bir bölümü başka yerlere dağıtılarak iskan edilmişlerdi. Bu arada Dadaloğlu’nu aşireti Avşar da Sivas’ın Aziziye ilçesinin Sindel köyüne yerleştirilmişti. Dadaloğlu’nun, şiirlerinde, bu acılı olayları ve dövüşleri yansıttığını görüyoruz. İşte bu olayların geçtiği zamana bakarak, Dadaloğlu’nun, 1785-1868 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Tarsus’tan, Maraş’a, Kozan, Erzin, Payas ve Kayseri’ye kadar ulaşan bir alan içinde yaşamış, Gavurdağı’nda ömrünü geçirmiş, Karacaoğlan gibi ün salmıştı.
Dadaloğlu, Kozanoğlu Ali Bey’den sonra, daha çok Küçük Ali Oğlu’nun yanında bulunmuş, onun oğlu Halil Paşa ve Dede Bey için destanlar söylemiştir. Dede Bey’in oğlu ve savaşta ölen, kendisine on altı yaşında paşalık verilen Mıstık Paşa için de pek çok türkü yakmıştır. “Fırka-i İslahiye” ile gelen Derviş ve Cevdet Paşaların Mıstık Paşa ile onun oğlu Dede Bey’i İstanbul’a sürgün etmeleri ile konaklarının boş kalması üzerine, ünlü türküsünü söylemiştir:
Yine tuttu Gavurdağı boranı
Hançer vurup acarladın yaramı
Sana derim Mıstık Paşa öreni
İçindeki bunca beğler nicoldu
Bazı yaşlılardan derlenen bilgilere göre, son Kozanoğlu Ali Bey’in sürülmesinden ve aşiretin de Sivas’a yerleştirilmesinden bir süre sonra, Dadaloğlu tekrar geriye dönmüş, ömrünün son yıllarında Adana pazarlarında türküler söyleyerek dolaşmış (1865?). 85 yaşlarında ak sakallı, uzun boylu bir adam imiş. Dökük dişlerinden arasından çıkan titrek sesiyle türküler söylemekte, sarsak elleriyle de sazını çalmakta imiş. Daha sonra ortalıktan silinerek kaybolmuş.
EDEBİ KİŞİLİĞİ
19. yüzyılın hemen bütün halk şairleri divan şiiri etkisinden kurtulamadıkları halde, Dadaloğlu, bu etkilerden uzak kalabilmiş, halk şiirindeki Türkmen geleneğinin bir temsilcisi olan Karacaoğlan gibi yalnız kendi Türkmen hayat ve tabiatını yansıtabilmiştir. Türkmen boylarının, 19. yüzyılın ikinci yarısında, mecburi iskan hareketi karşısında, yer yer ayaklanmaları üzerine, Osmanlı hükümeti, “Fırka-i İslahiye” adı ile bir ordu gücü kurmuştu. Bu ordu, Türkmenleri yatıştırmak için harekete geçmiş, Toroslarda yer yer çarpışmalar olmuştu (1865). Aşiretlerden bazıları, bu hareketler sırasında ağır darbeler yemişlerdi. Bunlardan Dadaloğlu’nun aşireti Avşarlar da mecburi iskana tabi tutulmuş, Sivas’ın Aziziye köylerine yerleştirilmişlerdi. Dadaloğlu’nun direnme şiirlerine bütün bu tarihi olaylar yansımış, aşiretin Osmanlılara karşı direndiği günlerin acılı, çileli ve sılaya özlemle inleyen hayatı tasvir edilmişti.
Koşma, türkü, semai, varsağı, destanlar yazmış olan Dadaloğlu’nun asıl kişiliği türkülerinde görülür. Türkmen edasıyla Karacaoğlan’ı, cenkçi temaları ile Köroğlu’nu hatırlatan şairin dili, savaş ve direnme şiirlerinde sert ve pervasız, aşk ve tabiatı tasvir eden şiirlerindeyse içten ve coşkundur. Bu yüzyıldaki saz şairlerinin eserlerindeki Osmanlıca kelimelerle dolu dilden çok farklıdır.
Dadaloğlu çoğu besteli olarak bize ulaşan şiirleri, güneyde, Çukurova’da yaygındır. Üstelik bu şiirlere yansıyan cenkçi hayat ve olaylar, halkın içinde hala yankılar uyandırmaktadır.
Dadaloğlu’nun türkülü aşk, hikayeleri güneyde dar bir alanda sıkışmış kalmış, şiirlerinde olduğu gibi yayılmıştı. “Gazi Aşık Mahmut”, “Genç Osman”, “Hurşit Beğ”, “Ermeni Kızı” hikayeleri Toroslarda hala söylenmektedir.
ESER ÖRNEKLERİ
DADALOĞLU ŞİİRLERİ
I
Yine tuttu Gavur Dağı boranı
Hançer vurup acarladın yaramı
Sana derim Mıstık Paşa Öreni
İçindeki bunca beyler nicoldu?
Çınar sana arka verip oturan
Pührenk ile sularını getiren
Yoksulların işlerini bitiren
Samur kürklü Koca Beyler nicoldu?
Tavlasında Arap atlar beslenir
Konağında baz şahanlar seslenir
Duldasında nice yiğit yaslanır
Boz kır atlı yüce beyler nicoldu?
Feneri de deli gönül feneri
Atları da dolanıyor kenarı
Sana derim Küçük Ali öreni
Sana inip binen beyler nicoldu?
Sabahaca kandilleri yanardı
Soytarılar fırıl fırıl dönerdi
Ha deyince beş yüz atlı binerdi
Sana inip binen beyler nicoldu?
Gidip kar beyazdan sular getiren
Dört yanında meyvelerin bitiren
Çınar sana arka verip oturan
Havranalı büyük neyler nicoldu?
Mıstık Paşa gitmiş odası yaslı
Hatunları vardı hep turna sesli
Top top zülüflü de İstanbul fesli
Usul boylu hatunları nicoldu?
Saçı altın bağlı fesler sırmalı
Lahuzi şal giymiş gümüş düğmeli
Gözleri kudretten siyah sürmeli
Mor yelekli güzelleri nicoldu?
Derviş Paşa yaktı yıktı elleri
Soldu bütün Çukurova gülleri
Karalar geydik de attık alları
Altınımız geçmez akça tunç oldu
Ağlayı ağlayı Dadal’ım söyler
Vefasız dünyayı şu insan neyler
Bin yiğidi bir kötüye kul eyler
Şimden geri yaşaması güç oldu
II
Yedi iklim dört köşeyi dolandım
Meğer dünya her tarafta bir imiş
Ben dünyayı Al’Osmanın sanırdım
Meğer dünya yüz sultanlık yer imiş
İrili ufaklı insan piç oldu
Onlar doğdu geçinmesi güç oldu
Altı Arap atlı şahbaz nic’oldu
Mamur sandım yalan dünya çürümüş
Okuduğum tutmaz oldu alimler
Kalktı da adalet arttı zulümler
Terlemeden mal kazanan zalimler
Can verirken soluması zor imiş
Kulak verdim dört köşeyi dinledim
Meğer gıybetimi eden çoğ imiş
Çok yaşayıp mihnet ile ölmeden
Az yaşayıp dem sürmesi yeğ imiş
Dadaloğlu’m der ki sözüm vasiyet
Benim sözüm dinleyene nasihat
Beslemesiz kazanılan piç evlat
O da dünyasına ziyankar imiş
III
Yükseklerde şahin gibi süzülür
Enginlerde turna gibi düzülür
Haçan dostu ansam gönlüm üzülür
Şimdi döndüm düzen tutmaz tele ben
Adama bakışta bir hoşça bakar
O dostun hasreti sinemi yakar
Ak göğüs arası misk gibi kokar
Bülbül gibi kona idim dala ben
Dadaloğlu der ki zat zatınan
Bir güzel sevdim ben pek firkatinden
Önü sine bendli bir al atınan
Düşeyidim de o dost ile yola ben
IV
Yürü yiğit yiri ile yürü
Ağustosta erir dağların karı
Gayet güzel olsa yiğidin yâri
O yiğit yanına nazınan gelir
Yürü yiğit yürü yolundan kalma
Her yüze geleni dost olur sanma
Ölümden korkup da sen geri durma
Yiğidin alnına yazılan gelir
Sana derim sana ey kanlı taş
Göllerde oynayan iki yeşil baş
Gözümden akıttın kanlar ile yaş
Göllerin safası kızınan gelir
Misis köprüsünden kollarım yazılı
Ayrılık elinden ciğerim dağlı
Göksun’da vurunca Beyazıd oğlu
Sana gelen beyler sözinen gelir
Dadaloğlu’m der kollarım yazılı
Önüm gök kır attır yanım tazılı
Gelir koyunları yanı kuzulu
Karışmış sağmalı yüzninen gelir.
V
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder eyler ırağı
Yüce dağlar aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıncımız kirmani
Taşı deler mızrağımın termanı
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlu yarın kavga kurulur
Öter tüfek davulbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
VI
Çıktım yücesine seyren eyledim
Cebel önü çayır çimen görünür
Bir firkat geldi de coştum ağladım
Al yeşil bahçeli Kaman görünür
Şaştım hey Allah’ım ben de pek şaştım
Devrettim Akdağı Bozok’a düştüm
Yozgat’ın üstüne bir ağaç saçtım
Yanar oylum oylum duman görünür
Biter Kırşehir’in gülleri biter
Çığrışır dalında bülbüller öter
Ufacık güzeller hep yeni yeter
Güzelin kaşından keman görünür
Gönül arzuladı Niğde’yi Bor’u
Gün be gün artmakta yiğidin zarı
Çifte bedestenli koca Kayseri
Erciyeş karşısında karşı görünür
Der Dadaloğlu’yum zatından zatı
Çekin eğerleyin gökçe kır atı
Göçmek değil bizim elin muradı
Ağyara gidecek yollar görünür
VII
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Severim kır atı bir de güzeli
On beşinden sonra kamil olalı
Severim kır atı bir de güzeli
Atın beli kısası boynu uzunu
Kuru suratlı elma gözünü
Güzelin iplik iplik süt beyazını
Severim kır atı bir de güzeli
Atın göbek kalını kalem kulaklısı
Şahin elinde kurt bileklisi
Güzelin el’ayağı ufacık sığın etlisi
Severim kır atı bir de güzeli
At koşu tutmasın çıktığı zaman
Yalı kaval gibi yıktığı zaman
At dört kız on beşe yettiği zaman
Severim kır atı bir de güzeli
At dediğin dördünde atlığı zaman
Kaval gibi ötmeli yel atıp da öttüğü zaman
Güzeli de on beş yaşına yettiği zaman
Severim kır atı bir de güzeli
Der Dadaloğlu hile yok bu işimden
Bu dediklerimi çok yiğitler görmez düşünde
At dördünde güzel on beş yaşında
Severim taylak kırı dorlak güzeli
VIII
Ilgıt ılgıt yel esti Urum’dan
Duydum perişandır hali Avşar’ın
Gam kasavet kalmaz oldu serinden
Döndü gurbet ile yolu Avşar’dan
Gitti geldi baharları yazları
Avlattılar şahinleri bazları
İskan etti gelinleri kızları
Duydum Kars’a gitmiş gülü Avşar’ın
Bize haram oldu Çukurovalar
Şahin uçtu ıssız kaldı yuvalar
Türkmen kızı katarlamış mayalar
Bozuldu katarı ili Avşar’ın
Dadaloğlu bu iş bize güç oldu
Osmanlıdan altunumuz tunç oldu
Gözü kanlı yiğidim nicoldu
Ermedi çakmağa eli Avşar’ın
IX
Kozanağı çatal matal
Arasında aslan yatar
Ünü büyük Kozanoğlu
Kürk geydirir at bağışlar
Çıktım Kozan’ın dağına
Karı dizleyi dizleyi
Yaralarım göz göz oldu
Hekim gözleyi gözleyi
Kara çadır eğmeyinen
Önü çapraz düğmeyinen
Kozanoğlu teslim olmaz
Beş bin altın gelmeyinen
Çıktım Kozan’ın dağına
Bir göz attım otağına
Osmanlı’dan medet olmaz
Kaç kurtul Kozandağı’na
Kır atım ürktü boşandı
Üzengi yere döşendi
Ne yatarsın Kozanoğlu
Kılıncı düşman kuşandı
Kozandağı karlı buzlu
Etrafı hep gelin kızlı
Gitme beğim öldürürler
O hainler dünden sözlü
Sürdürür atım sürdürür
Sürgüsü duman püskürtür
Yiğitliğin şerefi cenk
Hem ölür hem öldürür
Kozanoğlu oturuyor
Beğlik toplar atılıyor
Ne durursun Kozanoğlu
Kan gövdeyi götürüyor
Kozan’a eller Kozan’a
Akıl ermez bu düzene
Öldürmüşler beğimizi
Yasak mezarın gezene
Kozandağı sis mi tutar
Altın tabak pas mı tutar
Kozanoğlu ölmeyinen
Avşar ili yas mı tutar
Şu Feke’nin hanımları
Kara bilmez alınları
Kör olasın Derviş Paşa
Hep dul ettin gelinleri
KAYNAKÇA: Muzaffer Uyguner / Dadaloğlu (1990), Nurettin Albayrak / Dadaloğlu (TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 8, s. 397-398, 1993), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007) – Ünlü Sanatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 5, 2013) – Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).