HAYATI
Şair ve edebiyat tarihçisi. 7 Şubat 1907’de İstanbul’da dünyaya geldi. 10 Temmuz 1992’de İstanbul’da Cerrahpaşa Hastanesi’nde yaşama veda etti. Aşiyan Mezarlığı’nda toprağa verildi. Tam adı Süleyman Cevdet Kudret (1934’te soyadı yasası çıktığında aldığı Solok soyadını 1959’da Kudret olarak değiştirdi). Bazı yapıtlarını yadını 1959’da Kudret olarak değiştirdi). Cevdet Kudret Solok, Nevzat Yesirgil, Suat Hızarcı, Abdurrahman Nisari, Nermi Ocaklı, Cevdet Baykara ve Cevkud imzaları ile kaleme aldı. Birinci Dünya Savaşı’nda Musul’da ölen (1918) terlik ustası Sadullah Efendi ile Hatice Hanım’ın oğlu.
İlkokulu Numume-i İrfan İlkokulu’nda, ortaokulu ise Davutpaşa Ortaokulu’nda tamamlayan Cevdet Kudret, İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken yakalandığı zatülcenp hastalığı nedeniyle öğrenimine bir süre ara verdi; iyileştikten sonra lise öğrenimini İstiklal Lisesi’nde tamamladı (1930). Darülfünun Hukuk Fakültesi’ni bitirdi (1933). Kayseri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başladı (1934). 1937’de İhsan Nisari Hanım’la evlendi. Ankara Konservatuvarı’nda edebiyat ve diksiyon öğretmenliği yaptı (1938-39). Ankara Erkek Lisesi’nde öğretmen, Türk Ansiklopedisi’nde edebiyat sekreteri olarak (1945-50) çalıştı. Demokrat Parti’nin iktidar olmasıyla Bitlis Ortaokulu Türkçe öğretmenliğine atanınca istifa etti ve bir süre avukatlık yaptı (1951-52). TDK’da redaktörlük (1963-65), Bilgi Yayınevi’nde danışmanlık (1967-70) yaptı. Siyasal Bilgiler Fak. Basın-Yayın Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi olarak çalıştı. (1970-75). Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nın kurucuları arasında yer aldı; PEN Yazarlar Derneği ve TYS üyesiydi. Emekli olduktan sonra Bodrum’a yerleşen Kudret, bir çocuk babasıydı.
Cevdet Kudret’in ilk şiiri 1927’de Servet-i Fünun’da çıktı. Ertesi yıl Yusuf Ziya’nın (Ortaç) çıkardığı Meşale dergisinde toplanan genç sanatçıların arasına katıldı. S. E. Siyavuşgil, Z. O. Saba, Y. N. Nayır, Muammer Lütfi, V. M. Kocatürk, K. H. Koray, C. Kudret’ten oluşan ve Yedi Meşale olarak anılan topluluk 1928’de ortak kitapları Yedi Meşale’yi yayımladı. Aynı yıl içinde Yusuf Ziya’nın Meşale dergisini kapatmasıyla (15 Ekim 1928) grup dağıldı. Topluluk içinde Z. O. Saba’dan sonra şiire en fazla sadık kalan Cevdet Kudret, şiirlerini Birinci Perde adıyla kitaplaştırdı (1929). Bu kitapta, Necatigil’in ifadesiyle, “bireysel duyguları, münzevi ve kötümser, ama orijinal açılardan arada hikâye ve balad imkânlarından da faydalanarak başarıyla yansıttı.” Ahmet Haşim’in ve parnasyenlerin etkisinin görüldüğü Birinci Perde’den sonra yazdığı şiirlerde toplumsal konulara yöneldi ve geleneksel halk şiiri özelliklerinden yararlandı. Servetifünun-Uyanış, Yeditepe gibi dergilerde yayımlanan şiirlerinin dışında Varlık, Gündüz, Ağaç dergilerinde oyunları tefrika edildi. “Konuları, ruhsal saplantılar, kıskançlıklar, yasak sevgiler gibi bireysel durumlardan köy-kent çatışması gibi toplumsal gerçekliklere doğru gelişen” (A. Özkırımlı) oyunları Darülbedayi’de sahnelendi. “Süleyman’ın Dünyası” başlıklı roman üçlemesinde Türkiye’nin birinci ve ikinci dünya savaşları arasındaki otuz yıllık dönemini otobiyografik verilerden yola çıkarak anlattı.
ÖDÜLLERİ
- Ortaoyunu ile 1974 TDK Bilim Ödülü
- 1989 Dil Derneği Türk Dili Onur Ödülü
- Kalemin Ucu ile 1991 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü
- 1992 Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü
ESERLERİ
Şiir:
- Yedi Meşale, (ortak kitap) İst.: Muallim Ahmet Halit, 1928
- Birinci Perde, İst.: Hamit Mtb., 1928
Öykü:
- Sokak, İst.: İnkılâp ve Aka, 1974
Roman:
- Sınıf Arkadaşları, İst.: Ahmet Halit, 1943 (yb İst.: İnkılâp ve Aka, 1976)
- Havada Bulut Yok, İst.: Düşün, 1958 (yb İst.: İnkılâp ve Aka, 1976)
- Karıncayı Tanırsınız, İst.: İnkılâp ve Aka, 1976
Oyun:
- “Tersine Akan Nehir” (1929’da sahnelendi; basılmadı)
- “Rüya İçinde Rüya”, (tefrika Varlık, S. 31-37, 1934)
- “Kurtlar”, (tefrika, Gündüz, S. 8-18, 1936)
- Yaşayan Ölüler, İst.: Mitos Boyut, 1994
- “Danyal ve Sara”, (tefrika Varlık, S. 114-116, 1938)
Deneme:
- Dilleri Var Bizim Dile Benzemez, Ank.: Bilgi, 1966
- Bir Bakıma, İst.: İnkılâp ve Aka, 1977
- Benim Oğlum Binâ Okur, İst.: Varlık, 1983
- Kalemin Ucu, İst.: Cem, 1991.
İnceleme-Eleştiri:
- Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman I (Tanzimat’tan Meşrutiyet’e 1859-1910), İst.: Varlık, 1965
- Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman II (Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e 1911-1922), İst.: Varlık, 1967
- Abdülhamid Devrinde Sansür, İst.: Milliyet, 1977
- Örneklerle Edebiyat Bilgileri I-II, İst.: İnkılâp ve Aka, 1980
- Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman III (Cumhuriyet Dönemi 1923-1959), İst.: İnkılâp, 1990
- Örnekli Türk Edebiyatı Tarihi, Ank.: Kültür Bakanlığı, 1995
- Edebiyat Kapısı, İst.: YKY, 1997
Monografi (Tanıtma-Elkitapları):
- Fuzuli, (Nevzat Yesirgil takma adıyla) İst.: Varlık, 1952
- Nedim, (Nevzat Yesirgil takma adıyla) İst.: Varlık, 1952
- Bâki, (Nevzat Yesirgil takma adıyla) İst.: Varlık, 1953
- Ahmet Rasim, (Suat Hızarcı takma adıyla) İst.: Varlık, 1953
- Hüseyin Rahmi Gürpınar, (Suat Hızarcı takma adıyla) İst.: Varlık, 1953
- Hüseyin Cahit Yalçın, (Suat Hızarcı takma adıyla) İst.: Varlık, 1957
- Karacaoğlan, (Nevzat Yesirgil takma adıyla) İst.: Yeditepe, 1958
- Yunus Emre, (Nevzat Yesirgil takma adıyla) İst.: Yeditepe, 1958
- Ahmet Mithat, Ank.: TDK, 1962
- Ziya Gökalp, Ank.: TDK, 1963; Pir Sultan Abdal, (Nevzat Yesirgil takma adıyla) İst.: Yeditepe, 1965
Derleme:
- Türk Edebiyatı Hikâye ve Roman Antolojisi, İst.: Nebioğlu, 1945
- Tanzimat Edebiyatı Antolojisi, (Suat Hızarcı takma adıyla) İst.: Varlık, 1955
- Divan Şiiri Antolojisi, (Nermi Ocaklı takma adıyla) İst.: Varlık, 1958
- Yurt İçin, Ulus İçin, İst.: Yeditepe, 1958
- Karagöz I, Ank.: Bilgi, 1968
- Karagöz II, Ank.: Bilgi, 1969
- Karagöz III, Ank.: Bilgi, 1970
- Ortaoyunu I, Ank.: Türkiye İş Bankası, 1973
- Ortaoyunu II, Ank.: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1975
Günümüz Diline Aktarma:
- Hicviyeler (Şair Eşref), İst.: Yeditepe, 1953 (yb İst.: Varlık, 1977)
- Hikâyeler (Dede Korkut; Suat Hızarcı takma adıyla), İst.: Varlık, 1953 (yb Bugünkü Türkçemizde Dede Korkut Hikâyeleri, İst.: Varlık, 1970)
- Leyla ile Mecnun (Fuzuli; Nevzat Yesirgil takma adıyla), İst.: Yeditepe, 1958
- Şair Evlenmesi (Şinasi), İst.: Yeditepe, 1959
- İşkilli Memo (Teodor Kasap), İst.: Elif, 1965
- Evhamî (Feraizcizade Mehmet Şakir), İst.: Varlık, 1974
Okul Kitapları:
- Metinli Türk Edebiyatı (4 c; Abdurrahman Nisari takma adıyla), 1951-54
- Türk ve Batı Edebiyatı I-III, (Abdurrahman Nisari takma adıyla) İst.: Örgün, 1979 (yardımcı ders kitabı olarak yb İst.: Gendaş, 1990)
- Batı Edebiyatından Seçme Parçalar, İst.: İnkılâp ve Aka, 1972
- Türk Edebiyatından Seçme Parçalar, İst.: İnkılâp ve Aka, 1973
ESER ÖRNEKLERİ
KİTAPSIZLAR (DENEME)
Geçenlerde, televizyonun saat 20 haberlerinde kitapla ilgili bir basın toplantısından söz edildi. Devlet Bakanı Bay Cemil Çiçek, bir araştırma yaptırmış, “gençlerin çok büyük bölümünün son bir yılda hiç kitap okumadığının anlaşıldığı” saptanmış.
Bay Çiçek buna şaşırmış görünüyor. Ben hiç şaşırmadım. Yöneticilerimizin ne ektilerse şimdi de onu biçiyorlar.
Televizyonda tabancalar, tüfekler, bombalarla birlikte kitapların da suç aleti olarak gösterildiği bir ülkede kitabın okunmamasından yakınmak yöneticiler düşmez.
Kitap düşmanlığı, “ulusal geleneklerimiz” arasında yer almış görünüyor. Abdülhamit döneminde 165 çuval kitap Çemberlitaş Hamamı’nda yakılmış (1902); Cumhuriyet döneminde de – evet Cumhuriyet döneminde de – daha birkaç yıl önce, bir yayınevinin mahkemece aklanmış olan 7 kamyon dolusu 133 bin 607 kitabı “yakılarak imha edilmiş”tir (03.06.1985).
Hitler Almanya’sında okul kitaplıklarıyla kitapçılardan toplanan 25 bin cilt (bizdekinin aşağı yukarı beşte biri) edebiyat, sanat ve bilim kitabı, Berlin Üniversitesi alanında törenle yakılmıştı (10.05.1933). kitabı yakılan kişiler, dünyanın önde gelen bilim (Freud, Einstein vb.) ve edebiyat (Mann, Zweig, Remarque, London, Zola, Gide vb) adamları idi.
Bilim ve sanat adamlarının ölümsüz eserleri, siyaset adamlarının buyruklarıyla öldürülemez. Buradan gelen bir çağrışımla, Türkiye’deki benzer bir olayı, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarlığınca valilikler ve okul müdürlüklerine gönderilen 16.10.1975 tarihli bir genelgeyi hatırladım. Bu genelgede özetle şöyle deniliyordu:
“Bazı okullarımızın sınıf ve okul kitaplarında mizalı edebiyatı adı altında veya memleket gerçeklerini aksettirdikleri iddiası ile yayımlanan, fakat gerçekte milli bünyemize aykırı, ahlak, aile hatta cemiyet değerlerimizi yıkmaya matuf kitapların bulunduğu müşahede edilmektedir. Bu kitapların, gayeleri kurulu düzeni yıkmak olan istikameti belli bazı yazarlara ait oluşu da dikkatten kaçmamaktadır. (…) Bu kitaplar toplanarak Yayınlar ve Basılı Eğitim Malzemeleri Genel Müdürlüğü’ne gönderilecektir.”
Bu genelgeden sonra, Dickens’lar, Sartle’ler, Dostoyevski’ler, Gogol’lar vb., Türk edebiyatının önde gelen bütün sanatçılar (Kemal Tahir, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Aziz Nesin, Oktay Akbal, vb.) “istikameti belli”, “ahlak yıkıcı”, “düzen yıkıcı” kişiler olarak görülmüş, kitapları okul ve sınıf kitaplıklarından çıkarılıp Bakanlığa gönderilmiştir.
Söz konusu genelgenin yayınlandığı 1975 yılında ortaokul birinci sınıfta okuyan 12 yaşında bir çocuk, bugün 26 yaşında bir gençtir. Bu genç, “sakıncalı görülen kitaplar” dışında okunacak kitap bulamadığı için, okuma alışkanlığı edinememiştir.
Okuma alışkanlığının bizim geleneğimizde bulunmadığını da burada ayrıca belirtmek gerekir. 55 milyonluk Türkiye’de gazetelerin bile toplam günlük satışı 2 milyon kadardır. İlk basımevlerinin kuruluşundan (1727) harf devrimine (1928) kadar geçen 200 yıl içinde 27 bin kitap basılmıştır. 1928 yılından 1973 yılına kadar da, 45 yılda, 148.174 kitap çıkmıştır. Şimdi gel de Voltaire’e hak verme! Sayın Vehbi Belgil’in bir yazısından öğrendiğime göre, Voltaire, XII. Charles’ın Hayatı adlı kitabında şöyle demiş; İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır.”
Devlet Bakanı Bay Çiçek, gençlerin kitap okumasını sağlamak için, üniversitelerde indirimli satış yeri açmaktan, buralarda Milli Eğitim Bakanlığı ile Kültür Bakanlığının kitaplarının satılacağından söz etti.
Kültür Bakanlığı, bir zamanlar kendi bastığı kitapları bile kağıt fabrikasına gönderip hamur yaptırmıştı. Gençlerimiz, bu bakanlıkların kitaplarının bile günü birinde sakıncalı sayılmayacağını nereden bilsen de satın alsın?
Haydi aldı diyelim. Bu kitaplarda gençlere aşılanmak istenen görüşler ayrı bir sorun. Bir zamanlar Milli Eğitim Bakanlığının yayınladığı “1000 Temel Eser” dizisi üzerine, Türk Dil Kurumu bir rapor yayınlamıştı (1971). Bu raporda, söz konusu eserlerin nitelikleri şu başlıklarla saptanmış ve örneklerle gösterilmişti:
“Atatürk ilkelerine ve devrimlerine aykırılıklar; Atatürk’e ve Kurtuluş Savaşı’nı başaran komutanlara dil uzatma; Cumhuriyet rejimini küçük düşürme ve ters yorumlama; Batılılaşma, hümanizmaya, devrimciliğe ve demokratik anlayışa karşı tutum; sömürgeciliği savunma; yenilikçi Türk büyüklerinin kişiliklerine saldırı; Atatürk hareketi ile gerçekleştirilmiş olan kültür değişmesine karşı cephe alış…”
Öyle anlaşılıyor ki, bu yoldaki eserler, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığınca, “milli bünyemize aykırı”, “ahlak ve cemiyet değerlerimizi yıkmaya matuf” bulunmuyor; korundukları depolardan çıkarılarak, indirimli fiyatlarla, gençlere satılmaya çalışılıyor.
Atatürk’ün ölümünden sonra iş başına gelen yöneticilerin çağdaş Türk edebiyatını okullara sokmak istemeyişlerinin nedenleri üzerinde durmak gerekir.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Türk edebiyatı, tarihsel gidişe uyularak, iki döneme ayrılır: a) Birinci Dönem (Atatürk Dönemi, 1923-1938), b) İkinci Dönem (Atatürk’ün ölümünden sonraki dönem, 1939-…) .
Birinci dönemde iktidarla sanatçı aynı doğrultuda idi; her zaman devrimlerin yanında olan sanatçılar, devrimlerin ulaşması gereken alanları gözler önüne sererek, iktidara yardımcı olmuşlar; devrimlere karşı eski kurumları ve eski değerleri açık ya da gizli kurmaya ve sürdürmeye çalışan, tutucu, gerici ya da çıkarcı kurum ve kişiler (softalar, şeyhler, zorba ağalar, sömürücü tüccar ve esnaf vb.) ile savaşıma girişmiş; eserlerinde devrimleri, yeni kurum ve değerleri savunmuşlardı.
İkinci dönemde (Atatürk’ün ölümünden sonra) devrimlerden ödünler verilmeye başlanmış; daha sonra da, devrimler adım adım baltalanmış, ya da yozlaştırılmıştır.
Laik anayasaya aykırı olduğu için Cumhuriyet’in birinci döneminde okullardan kaldırılan din dersleri (1928), ikinci dönemde, ilkokullarda isteğe bağlı olarak, “program dışı” okutulmaya başlandı (1949), son olarak da, bütün ortaöğretimde zorunlu hale getirilmiş (1982); buna koşut olarak, dinsel kurumlar yeniden canlandırıldı. Eğitim birliği yasasıyla kaldırılan medreseler yerine, İmam-Hatip okulları, ayrıca resmi ve gizli Kuran kursları açıldı. (Bir incelemeye göre, 1987 yılında cami sayısı ilkokul sayısından çoktur: 59.460 cami, 59.096 ilkokul) Köy Enstitüleri kapatıldı, böylece pek çok köy okulsuz ve öğretmensiz bırakıldı. “Türk büyüklerine ait türbeler” açıldı; tarikat büyüklerinin türbe ve tekkelerinde tarikatla ilgili törenler başlatıldı; Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırıldı (1952), Osmanlı hanedanından kadınların (1952), daha sonra da erkeklerin (1974) yurda dönmelerine izin verildi; TV ekranlarında ve Devlet Tiyatrosu sahnelerinde Osmanlı dönemini işleyen konulara, kavuklu ve fesli gösterilere ağırlık verip geçmişe özlem duyguları sömürülerek şapka devrimi dolaylı yoldan gözden düşürülmeye çalışıldı; Türk Dil Kurumu ve Tarih Kurumu kapatıldı (1983)…
Cumhuriyet’in ikinci döneminde devrimlerden ödünler verilmesi, halkın kendi karanlık alınyazısıyla baş başa bırakılması, hatta onun bilgisizliğinden bir oy ve çıkar kaynağı olarak görülmesi, sanatçıların dikkatlerinin toplumsal olaylara daha çok yönelmesine yol açtı. Ülkenin ve halkın acı gerçeklerini bütün çıplaklığıyla gözler önüne sererek ulusu uyarmaya çalıştılar. Böylece, her zaman devrimci kalan sanatçılarla ödüncü iktidar arasındaki bağlar büsbütün koptu.
İşte bu yüzdendir ki, çağdaş Türk edebiyatı, Milli Eğitim Bakanlığının 1975 genelgesinde dile getirildiği üzere, “memleket gerçeklerini aksettirdikleri iddiası ile yayımlanan, fakat gerçekte milli bünyemize aykırı, ahlak, aile, hatta cemiyet değerlerimizi yıkmaya matuf” olduğu suçlamasıyla okullara sokulmamaya çalışılmaktadır.
“Memleket gerçeklerini aksettiren” sanatçılar, bir yandan da, işinden olarak geçim darlığına düşme, hapse atılma, sürülme gibi eylemlerle sık sık karşılaştılar (bu konuda geniş bilgi için bk. Dr. Çetin Yetkin, Siyasal İktidar Sanata Karşı, 1970).
Kitabı ve edebiyatı bir yana bırakalım, Cumhuriyet gazetesinin şu günlerde yayınladığı süreli yayınlarla ilgili bir incelemesi (15.1.1989) ibretle okunmaya değer: Türkiye’nin önde gelen günlük gazeteleriyle haftalık dergiler için açılan davaların sayısı 500’ü geçmiş, “12 Eylül’den sonra, bazı basın organlarında yayınlanan yazılar nedeniyle toplam 5 bin yıldan fazla hapis cezası verilen yazı işleri müdürleri” varmış. Bunlardan bazılarının aldıkları cezaların dökümleri şöyle: 748 yıl, 661 yıl, 146 yıl, 130 yıl, 123 yıl vb.
Bu durumda, Devlet Bakanı Bay Çiçek’in, “Son bir yılda gençler hiç okumuyor” diye yakınması değil, bunca gazete, dergi, kitap hala nasıl çıkıyor diye şaşırması gerekiyor.
Bu arada XVIII. Yüzyılın Voltaire’ine de bir gönderme yapalım. “İstanbul’da bir yılda yazılanların Paris’te bir günde yazılanlardan daha az” olduğunu vurgulayan Voltaire’in Paris’i gelsin de o yazıları İstanbul’da yazsın bakalım! Kaygusuz Abdal’ın bir şiiri vardır, Sırat Köprüsü’nden söz eder: “Kıldan köprü yaratmışsın / Gelsin kullar geçsin diye / Hele bir şöyle duralım / Yiğit isen geç a Tanrı” der hani; işte onun gibi, hele biz şöyle duralım, yiğit isen gel a Paris!
Kalemin Ucu, Cem Yayınları, 1991
KAYNAKÇA: Cevdet Kudret’e Mektuplar, (haz. İ. Kudret-H. İnci) Ank., 1995; İ. Kudret, İhsan Benimle Çalışır mısın?, İst.: İnkılâp, 1998; “Solok, Cevdet Kudret”, TDEA, VIII, 34; Kurdakul, Sözlük (1999), 188-189.