HAYATI

1930 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. 14 Temmuz 1995’te İstanbul’da hayatını kaybetti. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Rockfeller Vakfı’nın bursuyla bir süre Amerika’da kaldı. Ankara Radyosu dış yayınlar bölümünde çalıştıktan sonra, Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. D. H. Lawrance’den çevirdiği “Ölen Adam” ile Türk Dil Kurumu 1963 Çeviri Ödülü’nü, “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı” adlı kitabıyla 1971 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı, “Gece” adlı kitabıyla da Pegasus Ödülü’nü, 1994’te “Ne Kitapsız Ne Kedisiz” adlı romanıyla Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazandı.

İlk yazısı 1950’de, ilk öyküsü 1952’de Seçilmiş Hikayeler dergisinde çıktı. Öykü, deneme, resim eleştirisi, şiir ve çevirilerini Seçilmiş Hikayeler, Dost, Forum, Türk Dili, Tan, Gösteri, Gergedan, Şehir Argos, Kedi gibi dergilerde yayımlandı. 1950 kuşağının öykücüleri arasında, bireyin sorunlarına ağırlık veren, onun günlük hayatındaki açmazlarını derinlemesine işleyen bir yazar olarak öne çıktı. Sevgi, dostluk, yalnızlık, tutku, inanç, inançsızlık, korku ve ölüm gibi kavram ve temalardan hareketle çağrışımlara yaslanan, eğritileme ve simgelerden bolca yararlanan bir dil aracılığıyla kendine özgü bir üslup geliştirdi. Gerek sözdiziminde denediği yeni olanaklar, gerekse dilin yapısı yönündeki araştırma ve önerileriyle anlatım sınırlarını zorladı. “Metin” olarak adlandırdığı kimi ürünlerinde resim ve müziğin açılımlarını düz yazıya taşıdı. Edebiyatla felsefenin belirli bir denge içinde rahatlıkla kaynaştığı kitaplarında Türk edebiyatının özgün örneklerini verdiği kabul edildi.

İlk kitabı “Troya’da Ölüm Vardı”da yer alan öykülerde bir yandan bireyin iç dünyasına yönelip tutkularının pençesinde ölümcül bir güce dönüşen sevgiyle, insanlar arasındaki yalnızlığı ve çevresinin katılığıyla, kıskançlıkları ve acısıyla yansıtırken, öte yandan, fona özenle yerleştirdiği ortam ve insan ilişkileriyle de bazı gerçekliklere ışık tuttu. “Doğum”, “Sarıkum’a Giriş”, “Şarkısız Gecelerin İlki” ve “Beşinci Gün” öykülerinde köy ve kasaba fonunda yaşanan bireysel gerçeklikleri, “Oda Oda Dünya”, “Zanzalak Ağacı”, “Anahtar” adlı öyküleriyle büyük kente, İstanbul’a taşır. “Troya’da Ölüm Vardı” Bilge Karasu’nun yazarlık yaşamının ilk kitabı olmasının yanı sıra anlatıma taşıdığı farklı dil ve biçim özellikleriyle, dile getirdiği duyarlılık bakımından Türk edebiyatında da alışılmamış, ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Gerek tek tek öykülerinin içinde, gerekse kitapta yer alan öykülerinin arasında örülen ‘mozaik doku’, kitabı bir araya getirilmiş öyküler toplamı olmaktan öte bütünsel bir yapıya kavuşturur.

İkinci kitabı  “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”, aynı adla uzun bir öykü ile birlikte “Dutlar” öyküsünü de içermektedir. Bir novella olarak nitelenebilecek “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”’nda anlatılan dostluk, bağlılık, inanç ve ilişkilerdeki ölümcül çelişki ile çatışmaktadır. Bu kez zaman ve mekan olarak eskiye, Bizans Dönemi’ne dönülmüştür; yazar, günümüzün gerçekleri ve bireyin açmazına, görece yabancı ve uzak bir zaman parçasından bakmayı dener. Bilge Karasu, öyküsünün “Ada” başlıklı bölümünde Adronikos, ikinci bölümü olan “Tepe” de ise İoakim adlı iki genç manastır çömezinin gözlerinden dünyaya, insan ilişkilerine, tanrı inancına, bağlanmaya, dostluğa, sevgiye, tutkuya, yaşama ve ölüme ya da kısaca, uzun psikolojik çözümlemeler aracılığıyla bireye ve onun hayatı algılayışına bakar. Bilge Karasu’nun yazarlık yaşamında belki de en önemli kilometre taşını oluşturan “Uzun Sürmüş Bir Gecenin Akşamı”, gerek bireyi geçmiş, şimdi ve gelecek bağlamındaki konumlayışı, gerekse anlatım ve dile getirdiği açılımlar bakımından dikkati çeker. Metin, zengin çağrışım ve düşüncenin bir tür bilinç akışı tekniğiyle yeni düşünceler doğurarak ilerlemesi, kendi içinde alt katmanlardan üst ya da uzak düzeylere sıçrayarak devinmesi, bireyi olanca karmaca ve çelişkileriyle yansıtırken onu evrensel planda kavrayışı da örnekler. Kitapta yer alan “Dutlar” adlı öyküde İtalya’da Mussolini’nin diktatörlüğünden kaçan ve kadını Türkiye’ye, erkeği Arjantin’e sığınmış bir ailenin serüvenini anlatır. Öykünün sonunda 27 Mayıs 1960 İhtilali öncesi baskı ortamı ve öğrenci hareketleri simgesel bir dille verilir. Öyküde bir simge gibi kullanılan dut ağaçları, tırtılların ölümüyle yeniden yaprak açar.

“Göçmüş Kediler Bahçesi” adlı masal/anlatı kitabıyla, benzer temaları masal türü ve söyleminin sağladığı olanaklar ile daha de geliştirerek sürdüren Bilge Karasu, bireyi bir anlamda masal dünyasına taşıyıp orada konumlamıştır. Sözü edilen masalsı dünya, kendi yaşamı, iç dünyası, ilişkileri ve tutkuları çerçevesinde çağrışımlarını dilediği gibi koşturabileceği özgür bir alan sunmuştur. Bilge Karasu’ya; daha uzak ve daha yabancı bir sahnede, eski göçlerden karanlık ormanlara, surları, yıkık kemerleri ve köprüleriyle eski şehir kalıntılarından içlerinde en büyük tarih demek olan geçmişi taşıyan taşlara, atlara, parslara, kurtlara, karacalara ve tazılara varıncaya, ilkel dönemleri andıran bir sahne kurar. “Göçmüş Kediler Bahçesi” kitabının arkasından gelen “Kısmet Büfesi” adlı öykü kitabı ile Bilge Karasu’nun başta müzik ve resim olmak üzere farklı disiplinlerin olanak ve açılımlarından bolca yararlandığı tam bir deneysel metinler kitabıdır. Öykülerinin sayfa düzeninden dizilişi ve bölümlemelerine varıncaya bir dizi biçimsel öğenin öne çıktığı “Kısmet Büfesi” ile Bilge Karasu daha kapalı bir anlatıma yönelir. Kitaptaki öykülerde, salt kendine özgü dili ve anlatımıyla Türk edebiyatında deneysel/yenilikçi edebiyatın uç örneklerini vermiştir.

Bilge Karasu’ya yayımlanış tarihinden on altı yıl sonra Pegasus Edebiyat Ödülü’nü getiren “Gece”, darbe dönemlerinin toplumsal-politik karabasanını bir yazarın dünyasından, dil ve biçim arayışlarını sürdürerek işlediği bir romandır. Buradaki birey, dili arayan “yaratma”nın peşinde bir birey olarak önceki yapıtlarından bambaşka bir düzlemde ele alınmıştır; üstelik bireyin yalnızlığına yaratmanın yalnızlığını eklemedir. Söz konusu içerik, roman boyunca, yazar, yaratıcı, anlatıcı ve hatta düzeltmenin sürekli yer değiştirmesiyle dalgalanıp duran söylem aracılığıyla çok farklı biçimsel özellikler de kazanır. Geleneksel yazı, yazar, anlatı, anlatıcı, kişilik ve öyküleme kavramlarının tek tek değişikliğe uğratıldığı “Gece” kitabında Bilge Karasu, gerek öznel, gerekse nesnel düzlemde, başta yazar olmak üzere dilin ve konu edilen yaşam gerçeklerinin varlık sınırlarını yok eder. A. Göktürk’ün “özdeşliğin dil ile aranışı, dil ile kurulma çabası” olarak değerlendirdiği “Gece”, alabildiğine karanlık, karamsar atmosferinin yanı sıra aynı zamanda umudun da romanıdır; birey özdeşliği dil aracılığı ile kurarken, belki de bir yandan kendi ideal ülkesini oluşturmaktadır.

“Gotik türde fantastik bir roman” olarak nitelendirilen ikinci romanı “Kılavuz”, kurmaca içinde kurmaca ve yer yer polisiye romanlarını andıran bir kitaptır. Düş/uyanıklık, kurmaca/gerçeklik ve hayat gücü/akıl karşıtlıklar arasında gidip gelen roman aynı zamanda sevgi, sevgisizlik, bencillik ve sorumluluk gibi duygu ve davranışları irdelemesi açısından da dikkat çekicidir. Denemelerini topladığı, “Ne Kedisiz Ne Kitapsız” ile daha sonraki kitapları, “Narla İncire Gazel” ve “Altı Ay Bir Güz” kitaplarında denemenin ve anlatının sınırlarında dolaşan Bilge Karasu, yazmak ya da yazarlık çabasını bir tür kol emeği, el becerisi, öğrenilecek ve öğretilebilecek bir uğraş olarak ele almıştır. Söz konusu uğraşı, gündelik yaşayışın yemek pişirme, dikiş dikme, çiçek derme gibi sıradan işleriyle özdeşleştirir; yazdığı kitaplardan söz ettiğinde, kitabı, çatmak, dokumak, demlemek, budamak, makaslamak, yoğurmak gibi doğrudan hayatın içinde olan iş ya da eylemler söz konusudur. Dolayısıyla kitap yazmak, herhangi bir iş yapmaktan farklı değildir.

Ölümünden sonra, eleştirmen Füsun Akatlı’ya bıraktığı metinlerden derlenen Lağımlaranası ya da Beyoğlu Öteki Metinler adlı kitapları yayımlandı. Gece, A. Mascarou ile S. Yılmaz çevirisi ile Fransızcaya, daha sonra İngilizceye, Kılavuz, A. Mascarou tarafından Fransızcaya çevrilmiştir. Bilge Karasu’nun J. M. Barrie’den çevirdiği Peter Pan, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda ve çocuk oyunu olarak uyguladığı biçimle de TRT Ankara Radyosu’nda oynandı. Yine Ankara Radyosu’nda “Sevilmek” adlı oyunu ile “Kerem ile Kediler” çocuk oyunu yayımlandı. “Lağımlaranası ya da Beyoğlu” kitabında yer alan “Sevilmek” adlı oyunu daha sonra I. Kasapoğlu’nun yönetiminde İstanbul’da Aksanat Tiyatrosu’nda sahnelendi. “Göçmüş Kediler Bahçesi” kitabında yer alan “Usta Beni Öldürsene!” adlı metni Barış Pirhasan tarafından senaryolaştırılarak aynı adla filme alındı. Ölümünün ardından Metis Yayınları “Bilge Karasu Aramızda” adlı bir armağan kitap, Tömer Edebiyat Dergisi, Anadolu Sanat Dergisi ve Frankofoni dergileri özel bir sayı yayımladı.

Sadık Yalsızuçanlar, Bilge Karasu hakkında: “Bilge Karasu’nun diline, dünyasına ilişkin yeterince yazılıp çizilmedi. O’nun, modern Türk edebiyatının en zengin yazarının dili kullanış biçimi, nesneleri, onlarla ilişkisini, nesnelerin arasındaki ilişkiyi adeta bir dalgıç gibi derinlerde seyrederek anlatması bana daima ilginç görünmüştür. Bu dil, çokkatlıdır, uzantıları, kapsadıkları ve öteledikleri bakımından üzerinde dilbilimsel çalışmaları gerekli kılar” değerlendirmesini yapmıştır.

ESERLERİ

HİKÂYE: Troya’da Ölüm Vardı (1963), Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı (1970), Göçmüş Kediler Bahçesi (1979), Kısmet Büfesi (1982), Altı Ay Bir Güz (1996).

ROMAN: Gece (1985), Kılavuz (1990).

DENEME-ANLATI-GÜNLÜK: Ne Kitapsız Ne Kedisiz (1994), Narla İncire Gazel (1995), Lağımlaranası ya da Beyoğlu (der. Füsun Akatlı, 1999), Öteki Metinler (der. Füsun Akatlı, 1999).

MEKTUP: Halûk’a Mektuplar (yay. haz. Halûk Aker, 2002).

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Paylaş