HAYATI
Şair ve yazar. Behçet Kemal, 23 Temmuz 1908’de, İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği gün, Erzincan’a bağlı Tepecik (Rum Ekrek) Köyünde dünyaya geldi. Babası Şaban Hami Bey, Kayseri’nin aydın ve ileri gelen ailelerinden birine mensuptu. Halkalı Ziraat Mekteb-i Alisi’ni bitirmiş, mesleki yazılar yazmış, dergiler çıkarmış, edebiyata da meraklı bir adamdı. Annesi Zeliha Naciye Hanım ise Balıkesir’e yerleşmiş Türkmenlerinden Kolağası Ahmet Ağa’nın kızıdır. Şaban Hami Bey, Erzincan’da görevli iken Zeliha Naciye Hanım’la evlenmişti (1906). Bir süre sonra buradaki memurluğundan ayrılıp İzmir’de gazeteciliğe başlamış, Ziraat ve Ticaret Gazetesi’ni çıkarmıştı. 1912’de Bolu Tarım memurluğuna tayin edilerek İzmir’den ayrıldı.
Behçet Kemal, ilk ve orta eğitimini babasının görevle dolaştığı yerlerde yapmıştı. İlk öğrenimine Bolu’da İmaret Mektebi’nde başlamıştı. Şaban Hami Bey’in Konya’ya tayin edilmesi üzerine Behçet Kemal, orada Numune Mektebi’ne verildi. Ertesi yıl da Konya Sultanisinin ilk bölümüne alındı. Bu okulda ancak bir yıl okuyabildi. Babasının Kudüs Tarım Müdürlüğü’ne gönderilmesi üzerine Kudüs’e gittiler. Buradan da Kayseri – Sivas Muhacirin Ziraat Memuru olarak Kayseri’ye nakledildi. Şaban Hami Bey, Kayseri’de vilayet gazetesinin baş yazarlığını da yapmakta idi.
Behçet Kemal, önce Kayseri’deki Terakki Mektebi’nin üçüncü sınıfına kayıt oldu. Sonra da Kayseri Sultanisi’nin ilkokul bölümüne verildi. İlköğrenimini bitirdikten sonra, ortaöğrenimine de burada başladı. Dokuzuncu sınıftayken, babasının Ankara’ya nakledilmesi üzerine, yatılı olarak İzmir Lisesi’ne gönderildi. İzmir’de ancak bir yıl kaldı ve yeniden Kayseri’ye döndü. Onuncu sınıfta okurken, 1925 yılı sonbaharında, Zonguldak Yüksek Maden Mühendisliği Mektebi’ni bitirdi. Bu okulun son sınıfındayken, staj için Belçika’ya, okulu bitirdikten sonra da bir süre Fransa’ya gönderildi. 1930 yılı başlarında Sanayi Vekaleti Meadin Dairesi’nde merkez mühendisi olarak resmi görevine başladı. Bir aralık Ankara Erkek Lisesi’ni orta bölümünde matematik derslerini okuttu.
Ankara’da sanat ilişkilerini genişletti. Önce Türk Ocağı’na, o kapandıktan sonra da Halkevi’ne devam etti. Toplantılarda okuduğun şiirler ve milli günlerdeki heyecanlı söylevleri ve konuşmaları ile tanındı. Cumhuriyet’in Onuncu Yıldönümü için yazdığı “Onuncu Yıl Marşı” ününü genişletti (1933).
Atatürk’ün dikkatini çekti. Onun yetişmesini isteyen Atatürk, Behçet Kemal’i Londra’ya yolladı (1934). Bir süre Cambridge Üniversitesi’nde halk edebiyatı ve gazetecilik kurslarına devam etti ve 1935’te yurda döndü. Halkevleri müfettişliği görevine tayin oldu. Bu görev sebebi ile yurdu dolaştı. 1941 yılına kadar bu görevinde kaldı. Müfettişliği sırasında, Türk toplumunun özellikleri üzerinde, görgülerine dayanarak Halk Fırkası Genel Sekreterliğine raporlar sundu.
1939-40 arasında Yücel dergisinde çıkan yazıları “Atatürk’e Raporlar” adlı şiirleri ve radyo konuşmaları, Halkevleri müfettişliğinden ayrılmasına, radyo konuşmalarının durdurulmasına sebep olmuştu. 1943 seçimlerinde Erzincan vekili oldu. 1949’da ise hem partiden hem de milletvekilliğinden istifa etti.
Milletvekilliğinden çekildikten sonra, İstanbul’a yerleşerek “Vatan” gazetesinde makaleler yazdı ve Şadırvan adı ile haftalık bir dergi çıkardı. Bir süre sonra da İstanbul Radyosu edebi müşaviri oldu. 1953 yılında Robert Kolej’de edebiyat öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Bir ara da TRT Kurumu yönetim kurulu üyeliği ve başkanlığı görevini üstlendi.
Halkevleri kapatıldıktan sonra, onun yerini tutmak üzere, 27 Mayıs İhtilali’nden sonra açılan Türk Kültür Dernekleri’nde yer aldı ve yayın organı olan Dernek dergisini yönetti.
Behçet Kemal Çağlar, 1961’de Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. En son görevi Robert Kolej’deki öğretmenliği ve Akbank danışmanlığı idi.
24 Ekim 1969 Cuma gecece yaşama veda etti. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda yatan annesinin yanında toprağa verildi.
EDEBİ KİŞİLİĞİ
Behçet Kemal Çağlar, şiir yoluna, “Ben Bir Türküm” diye başlayan Mehmet Emin Yurdakul’un açtığı girdiğini söylemektedir. Hayatı boyunca geçirdiği bütün evrimlerin başında, bütün denemelerin hareket noktasında, bu ilkeyi sürdürdüğü de görülmektedir.
Kayseri Lisesi’nde öğretmeni olan Faruk Nafiz’in etkilerini ilk şiirlerine yansıtmış, uzun süre bu yolda direnmemişti. Aslına bakılırsa, o, eski ve yeni pek çok şairimizi beğenmiş, izlemiş ve onlardan etkilenmişti. Behçet Kemal, bütün eski şairlere saygı besler, kendine göre seçmeler yapar ve ister divan ister halk şiirinden herhangi bir örneği kolaylıkla taklit edebilirdi. Zaman zaman kitaplarındaki şiirler arasına böyle örnekler de almıştı.
Yaşadığı çağın şiir akımlarını, modalarını da denemekle birlikte sürekli olarak “hececi bir şair” olmakta direndi. Çağdaşları ve arkadaşlarının yeni şiir akımlarına bağlandıkları sıralarda, her yeni akımın öncü ve başarılı örneklerini de tanımak fırsatlarını bulmuştu. Lakin onda daha gençliğinde yer etmiş, inanç derecesine gelmiş bir temel düşünce vardı. Devrimlerin dinamik çağında, Atatürk yaşarken sık sık halkın karşısına çıkmış, kalabalıklara seslenmek fırsatını bulmuş, sonra da Halkevleri müfettişi olarak Anadolu’yu dolaşmış, yurt ve aydın gerçekleri ile yüz yüze gelmişti. Kalabalıklara ulaşmalıydı edebiyatımız. Bunun yolu da halkın sanat zevkinden ve geleneklerinden geçiyordu. Halk şiirinin kaynaklarına, örneklerine ulaşınca, halkı da aydınları da bağlayıp kaynaştırabileceğimize inanıyordu. Halk kültürünün kaynakları sorununu ancak şiirde gözüken modeller açısından alıyor, kendini çevresini yeni bir anlayışa götürecek araştırmalardan ve bilimden yararlanamıyordu. Aslında Halkevleri daha bilgili ve bilinçli olarak örgütlenebilseydi bu düşünce yalnız onda değil bağlı olarak kalmaz, geniş bir akıma dönüşürdü. Böylece Batı şiirine yönelmek, onlardan model almak, esinlenmek ve taklit etme yoluna hiç girmiyor, bizim şiirimizin zengin örneklerinden yararlanıyordu. Büyük ve güçlü bir yazma ve yaratma gücü ile ayıklayıp seçmeden, çağının sorunlarına, çatışmalarına, dramlarının kaynaklarına inmeden, şiir üretiyordu. Ne mısraların şekil güzellikleri ne de musiki değerleri üzerinde durmuyor, günümüz insanının ruh bunalımları, dramlarının derinliklerine inmiyor, izlenimlerini yüzeydeki belirgin olaylardan derliyor, anonim duygulanmaların uyandıracağı kitle heyecanlarını hesap ediyordu. Kendi sınırladığı Atatürkçü – Devrimci ölçü ve ülkülere bağlı, çağının toplum yönelmelerinden kopmuş, aydın öncülerle devletin öncülükte birleştikleri günlerden kalma bir “miting şairi” olarak kalmakta direndi. Değerleri de zaafları da aynı noktada toplanıyordu.
Behçet Kemal, ilk gençliğinden beri halk arasında yaşamış, halktaki kültür değerlerini, daha çok halk şiirini tanımak fırsatını bulmuştu. Şiirlerinde de halk şiirinden gelme motiflere bol bol yer vermişti. Onun halk şiiri geleneği ile aşılanmasının sonucunu Ankaralı Aşık Ömer haline gelişinde görüyoruz. Yalnız şiirlerinde değil, hayatında, davranışlarında, tipinde de bir halk ozanı havası vardı. Halkımızın üstün ve uygar niteliklerini biliyor ve onlardan kopmak istemiyordu. Bütün ömrünce “Ankara Edebiyat Mektebi” dediği bir grubu çevresine toplamak istedi. Halkevlerinin bu işi yapabileceğine inanıyordu. Halkevleri çevrelerinde toplanan gençlerin arasından öncüler çıkacak, dergiler, kitaplar ve antolojiler ile kendi has ilkelerle yayılacak güçlü yabancılaşmadan kurtulmuş bir “Atatürkçü ve Medeniyetçi Güdümlü Edebiyat”ı kurup yürüteceklerdi.
Lakin Behçet Kemal, ne sanatta ne de düşüncede yeterli bir örgütçü lider olmadı. Üstelik halk sanatını kaynaklarına yönelen yeteri kadar araştırıcı da yoktu ortada. Lakin direndi. Ölünceye kadar kendi ilkelerine bağlı eserler vermeye çalıştı. Ankara’daki merkez Halkevi dergisi Ülkü’de bir süre böyle bir hava esti ve eski bir yığına meydana geldi. Sonra da kendi Şadırvan dergisinde böyle bir gruplaşmaya yöneldi.
Behçet Kemal’in nesirleri, hatipliği, çocuk şiirleri ve oyunları yanında asıl ün kazanan yanı olan şairliği idi. Diğer çalışmalarının da bir şair heyecanı içinde yapar, şiire bağlayarak yürütürdü. Atatürk’e beslediği derin sevgiyi bütün eserlerinde yansıtan şair, devrimci bir yazar olarak ve devrimlere inanarak yaşadı ve öldü.
ESERLERİ
Şiir:
- Erciyas’tan Kopan Çığ, İst.: Ahmet Halit Kitaphanesi, 1932
- Burda Bir Kalp Çarpıyor, İst.: Sühulet Kütüphanesi, 1933
- Atatürk: Şiirler, İst.: Nebioğlu, 1965
- Benden İçeri, Ank.: Türk Mtb., 1966
- Kur’an-ı Kerim’den İlhamlar, İst.: Minnetoğlu, 1966
- Behçet Kemal Çağlar: Son Şiirleri, (der. F. Çağlar) İst.: İlker B., 1972
Destan:
- Ankaralı Âşık Ömer’in Cumhuriyet Destanı, Ank.: CHP Ankara Halkevi, 1930?
- Cumhuriyetimizin On Yedinci Yılında Âşık Ömer’den Destanlar, Türküler, 1940
- İlköğretim Destanı, Adana: Türksözü Mtb., 1945
- Battal Gazi Destanı, İst.: Ak, 1968
- Malazgirt Zaferinden İstanbul Fethine: Dört Destan, Ank.: MEB, 1971
- Destanlar, (haz. S. Teoman), Ank.: Kültür Bakanlığı, 1997
Oyun:
- Çoban, Ank.: Ulus B., 1932
- Attila, Ank.: CHP, 1935
- Göklerin Fethi, Ank.: Türkkuşu Kütüphanesi, 1937
İnceleme:
- Halkevleri, Ank.: CHP, 1935
- Hasan Âli Yücel: Hayatı ve Eserleri, İst.: Cumhuriyet Kitaphanesi, 1937
- Namık Kemal, İst.: Üstünel, 1954
Gezi-İzlenim:
- Hür Mavilikte, Ank.: Türk Hava Kurumu, 1947
- Dolmabahçe’den Anıtkabir’e, İst.: Sel, 1955
- Bitmez Tükenmez Anadolu, Ank.: Kültür Bakanlığı, 1994
Antoloji-Derleme:
- Mütarekeden Sonrakiler, (O. Burian ve H. Y. Şehsuvaroğlu ile) İst.: Yücel Kitapları, 1938
- Türk ve Dünya Edebiyatından Derlenmiş Şiirler, (N. Evliyagil ile) Ank.: Ajans-Türk, 1959
- Dünyadan Kırk Büyük, 1961; Dünyadan Kırk Anıt, 1962
- Dünyadan Kırk Olay, 1964
- Atatürk Denizinden Damlalar, İst.: Ak, 1967
- Türk Şiirinde Aşk, (B. S. Ediboğlu ile) İst.: Ak, 1968
- Bugünün Diliyle Atatürk’ün Söylevler
ESER ÖRNEKLERİ
BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR ŞİİRLERİ
ONUNCU YIL MARŞI
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan.
Türk’üz, Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!
Türk’üz, Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan.
Türk’üz, Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!
Türk’üz, Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!
Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız;
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
KİMLİK KAĞIDIM
Yalnayak basardım yaz-kış toprağa;
Odun toplamaya giderdim dağa;
Ata üzengisiz binmekti derdim;
Bazlamaya çaman sürer de yerdim.
Beziryağı idi yanan lambamda;
Yıldız saya saya uyurdum damda;
Yufka pişirmeye firez yolardım;
Yazları üst daldan kiraz yolardım.
Yonca otlatırdım sarı tosuna.
Bayılırdım yanık un kokusuna
Güzün, değirmende nöbet beklerken.
Büyük anam “Yasin”, babam “Türküm ben”
Ezberletirdi,kışın her gece;
Anam başucuma gelir, gizlice;
“Keloğlan” masalı söyler giderdi.
Nutuk söyletmekti hocamın derdi.
Amcamın yanında askerdim, dimdik.
Yazın köylü, kışın şehirli idik.
Mektepte leyliydim, bir uzun kıştı.
Kitaplar okudum aklım karıştı.
Dünya güzelini düşümde gördüm.
Denizi on altı yaşında gördüm.
Maden mektebine zorla giderken,
Sonra Avrupa’yı dolaştım da ben
Çeşit çeşit süsler, keyifler gördüm.
Yine de gözümde tüterdi yurdum;
Gurbette vatanı yaman özledim.
Yine acıkınca çaman özledim.
Yine yıkanmaya aradım dere.
Bildim, çabalamam benim boş yere;
Ben ki hep bu dağın-taşın çocuğu;
Yüzyıl geçse on beş yaşın çocuğu.
GÖRMEYE GELDİM
İstiyorum ki: Sana giden yolda ne şosa,
Ne ufacık bir geçit, ne açılmış iz olsa:
Sade sarp yalçın olsa ve sade dimdik kaya,
Avuçlarım dizlerim koyulup kanamaya;
Kanımla kayalara destanını yazarak
– Bahtım siyah olmadan, göğsüm kızıl, alnım ak;
Parıltılı gözlerim, yıldız olacak gibi
Çıksam sana kaleye çekilen bayrak gibi…
Ne anam var gözümde, ne babam, ne sevgilim:
Şimdi ben senden başka hiç kimsenin değilim;
Dere olsam ardından çağlasam, aksam gitsem;
Kartal olsam köşkünü her akşam tavaf etsem;
Rüzgâr olsam, okşasam saçını bir yâr gibi;
Arz olsam, kucaklasam seni bu diyar gibi;
Şimşek olsam adını göğe yazsam muttasıl…
Patlayan fırtınaya göğüs gererse nasıl
Gemiler imdat diye koy araya araya
Ben de öyle kendimi dar attım Ankara’ya
Koparak bir çığ gibi yurdumun bir dağından,
Ülküyü içmek için Ankara kaynağından,
Yüzünü görmek için yakından bir saniye…
Yollarda yıldızlara daldım gözlerin diye,
Kılıcın kesti sandım ufka düşen güneşi
Bir kesik baş halinde kan olurken ateşi,
Başın göründü sandım gün doğarken yollarda
Seni mecliste sandım sel çağlarken bir yarda
Yapayalnız yollarda sandım çakınca şimşek;
Parmağın yeni bir yol gösterdi gürleyerek
Dinlemeyi bilmeden yürüdüm günlerce ben,
Hasretinden hız aldım koştum gündüz gece ben.
Bu şehrin havasının içime sindirmeye:
Senin nefes kattığın bu aziz hava diye.
Geldim, sordum: “Nerde O? ” gösterdiler yerini,
Kıskançlık gösteriyor, sade, sevgilerini,
Geleli günler oldu, hep hasret ateşinde,
Günlerdir göremedim, koşuyorum peşinde,
Bir gün olsun yakından görünmezsen sen bana,
“Hedef Akdeniz! ” gibi düşeceğim arkana,
Öyle ki hain sanıp vuracaklar bir gün de,
Çırpınırken kuş gibi kalbim senin önünde..
Vuslat malolmaz sade kana ve gözyaşına
Bak yemin ediyorum gençliğimin başına
– Bir çetin ısrar varsa darılma bu sözüme –
Göreyim, ondan sonra mil çeksinler gözüme:
Gür sesimde adın var, kör gözlerime de dol,
Gönlümün, gözlerimin ilk ve son ışığı ol…
Neye benden uzaksın, bir başka ırkın gibi?
Gönlüm bir hançer gibi, hasretin bir kın gibi
Sıyrılmalı bu hançer paslandıran bu kından,
Bir kere görün bana yakından, çok yakından
Bilmiyorum; Riya ne, hulus ne, ihtiram ne?
Doğrudan doğruya ben dönüp senin Kâbe’ne
Huşudan çok mukaddes bir cür’etin sahibi
Tûr’da “nerdesin” diye bağıran Musa gibi
– Kulaklarımda bir gün çınlasın sesin diye-
Sana haykırıyorum: “Gazi! Nerdesin? ” diye.
ASIRLARCA
-Dünyanın en büyük ölmezine-
Ufkunda doğacağım, ufkunda batacağım;
Asırlarca yazsam hep seni anlatacağım.
Ben de giyersem eğer bir gün deha tacını
“İstersen çiğne” diye önüne atacağım…
Söndüğünü görsem de bin “meşale emel”in
Ebediyet yolumuz, öyle elimde elin…
Ak düşen saçlarınla nur kattığın heykelin
Hamuruna harç diye kanımı katacağım.
Yansam da masalların “Aşık Kerem”i gibi,
Bu aşk ölmez öyle her gönül veremi gibi!
Şöhretin okyanuslar aşarken gemi gibi;
Ben dalga gibi ayak ucunda yatacağım
Asırlarca yazsam hep seni anlatacağım!
MUSTAFA KEMAL’E SESLENME
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından sesleniyorum size
Ben Mustafa Kemal’im heyy…
Ben Mustafa Kemal’im.
Büyük büyük denizlerim vardır benim
Hürriyeti içmiş dalgalarım.
Hürriyetle kabarmış dalgalarım vardır benim
Ulusumun yarınında sevincim
Ben Mustafa Kemal’im heyy…
Karanlığı deler gözlerim.
Dalgalara binip gelmiş kahraman,
Gökçe gözlerine türküler yaktığımız…
Hâni bir güneş doğmuştu ya Samsun’dan
İşte benim…
Ben…
Mustafa Kemal…
Ölmek yaşamaktır vatan uğrunda
Deyip, öyle girdim savaşa
Komut verdim
Şahlandı cümle vatan
Boğdum kör talihi zindanında.
Bahtı gülen anaları yurdumun
Gökleri, dağları, denizleri
Yarınları, güvenip de uyuduğum
Aslan yeleli ışığı sınırlarımın
Mehmetleri
Tutun ellerinden yüreklerinizin
Sevgilerinizle beni yıkayın.
Yüzyıllar öncesinden
Yüzyıllar sonrasından gelir sesim
Sevdiğim
Bir tanem
Türkiye’lim
Sen varoldukça belli ki
Ben Mustafa Kemal’im.
Sen var oldukça belli ki
Ben Mustafa Kemal’im.
KAYNAKÇA: Ergun, II, 765-769; Yazar, 78; E. N. Gökşen, Behçet Kemal Çağlar, 1970; Nebioğlu, 183; Acaroğlu, 79-80; Necatigil, İsimler, 110; “Çağlar, Behçet Kemal”, TDEA, II, 107-108; Özgüç, 73, 103, 347; A. Dinç vd (haz.), İstanbul Radyosu: Anılar, Yaşantılar, İst., 2000, s. 167, 181.