HAYATI

Mutasavvıf. Doğduğu yıl tam olarak bilinmese de bazı kaynaklarda Barak Baba’nın doğum tarihi 1257 yılı olarak geçmektedir. 1308’de Geylan’da öldürüldü. Ölümü ile ilgili öyküler de çeşitlidir. Kaynaklarda parçalanarak, kaynar suda haşlanarak ya da kazığı oturtularak öldürüldüğü anlatılır. Asıl adı bilinmeyen Barak Baba, kaynakların çoğuna göre Babaî hareketinin merkezlerinden Tokat yakınlarındaki bir köyde doğdu. Babasının zengin bir aileye mensup olduğu rivayet edilmektedir. Kimi kaynaklarda (Yazıcıoğlu, Selçukname) Bizans’a sığınan Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus’un oğlu olduğu, İstanbul patriğince oğul edinildiği, Rumeli’ye geçen Sarı Saltuk’un onu patrikten isteyip yanına anlatılsa da genellikle bir bey oğlu olduğu, Tokat’ın köylerinden birinde dünyaya geldiği fikrinde birleşilmektedir.

Barak Baba, köyünden ayrılarak Sarı Saltuk’a bağlanıp Anadolu’yu dolaşmış, iki kez Şam’a gitmiş be Batıni inançlarını yaymıştır. Düşünceleri sebebi ile Mısır’a girmesine izin verilmediği, Horasan, Mazenderan ve Rey bölgesini yöneten Gazan Hasan döneminde Moğollardan saygı gördüğü bilinmektedir. “Han Elçisi” adı ile anılması, dolaştığı sürece hanın sancağını ve tavsiye mektubunu taşıması Moğollar adına kimi görevler üstlendiğini göstermektedir.

Batıni inançlarını benimseyen Barak Baba’ya bağlananlara Barakiyyun ya da Baraklılar denilmiştir. Yunus Emre bir şiirinde,

Yunus’a Tabduk’tan oldu hem Barak’tan Saltuk’a

Bu nasip çün cüş kıldı ben nice pinham olan”

Diyerek şeyhi Tabduk Emre’nin Barak Baba ile olan ilişkisini açıklar. Dolaştığı yerlerde garip kılığı ve kendisine uyan dervişleri ile halkı şaşkınlığa düşürüp ürküten Barak Baba’nın şathiyye türü bir yapıtı vardır. Çağatay dilinde olan bu yapıt Barak Baba Risalesi olarak bilinse de daha çok yarım kafiyeli ve yedi heceli bir şiir görünümdedir. Önce Kutbü’l Alevi adlı biri tarafından Farsça olarak şerhedilmiş, sonra da bu şerh Hızıroğlu İlyas (Uzun Firdevsi) tarafından başkasının şerhi olduğu belirtilmeden Türkçeye çevrilmiştir.

BARAK BABA HAKKINDA

“Belinden yukarısı bütün çıplak olup, aşağısına kırmızı bezden bir futa bağlamış, başına hafif bir kırmızı sarık şeklinde tülbent sarmış ve iki tarafına manda boynuzları rapt etmişti. Elinde gayet uzun ve büyük bir nefir, kabaktan ma’mül büyük ve siyah bir keşkül olup, bunların elinde zilli defter olduğu halde gittikleri yerlerde bir daire şeklinde durup bunlar çalar, Barak Baba oynardı. Barak Baba hulül-ü mu’tekid, ahireti münkir tam bir mülhid idi. Kaffe-i muharrematı mubah addeder ve Cenab-ı Hakk’ın iptida Hazret-i Ali’ye hulül, bahehü sultan Hudabende ile ittihad ettiğini iddia ederdi. Şehveti galip olup güzellere Tanrı der, önlerinde secde ederdi. Şam’a gittikten şu’ara bunu hicvetmişlerdi. Maa’mafih bu ahval-i garibesiyle beraber, mühim bir mutasavvıf bir şair olduğu mervidir. Bunun ibahiyye mezhebinden olduğu Şam ahalisince anlaşılmakta hadd-i şer’i vurulmuş ve yediği dayaktan müteessiren 706 Zilkadesi evahirinde Şam’da vefat etmiştir”.

(Hüseyin Hüsamettin, Amasya Tarihi, s: 460-464)

KAYNAKÇA: Abdülbâki Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961, s. 43, 457-472, Köylerimiz (İçişleri Bakanlığı neşriyatı), Ankara 1968, Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1970, s. 271, Hilmi Ziya [Ülken], “Anadolu Tarihinde Dinî Rûhiyat Müşâhedeleri”, Mihrab, sy. 13-14, İstanbul 1340, s. 440 vd, Ziyâeddin Fahri [Fındıkoğlu], “Barak Baba Risâlesi”, Hayat Mecmuası, sy. 2, İstanbul 1927, s. 29 vd, Haydar Ali Diriöz, “Kutbu’l-Alevî’nin Barak Baba Risâlesi Şerhi”, TM, IX (1951), s. 167-170, B. Lewis, “Baraḳ Baba”, EI2 (İng.), I, 1031, H. Algar, “Barāq Bābā”, EIr., III, 754-755.

 

Paylaş