Warning: "continue" targeting switch is equivalent to "break". Did you mean to use "continue 2"? in /home/turkede/public_html/wp-content/themes/Divi/includes/builder/functions.php on line 5079
Ali Ekrem Bolayır Kimdir? Hayatı ve Eserleri | Türk Edebiyatçılar İnternet Ansiklopedisi
HAYATI

1897 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. 27 Ağustos 1927 günü İstanbul’da hayatını kaybetti.  Namık Kemal’in oğludur. Bazı eserlerinde İlham ve A. Nadir imzalarını da kullandı.

İlköğrenimini Cerrahpaşa’daki Mahalle Mektebi’nde tamamladı. Ardından bir yıl kadar Fatih Askeri Rüştiyesi’ne devam etti. Babası Namık Kemal’in mutasarrıflık ile sürgün edildiği Rodos ve Sakız adalarında öğrenimine devam etti. Bu dönemde hadis, Arap-Fars edebiyatı ve Fransızca dersleri aldı. 1888’de babası vefat edince II. Abdülhamid tarafından Mabeyin Katipliği’ne tayin edildi. On sekiz yıl bu görevi sürdürdükten sonra 1906’da Kudüs mutasarrıfı ve II. Meşrutiyet ilanı ile birlikte Beyrut Valiliği görevine getirildi. Bu son görevinden göreve getirildikten sadece üç gün sonra istifa eden  Ali Ekrem Bolayır 1888 yılının Eylül ayında Cezayir Bahr’i Sefir valiliği görevine atandı. 1910 yılından başlayarak kısa dönemler halinde 1933’e kadar Darülfünun’da edebiyat kuramı, edebiyat ve metin açıklaması gibi dersleri okuttu. Maltepe Askeri Lisesi ve Galatasaray Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak çalıştı.

Henüz on yaşında iken babası Namık Kemal’in desteği ile şiir yazmaya başlayan Ali Ekrem Bolayır, on yedi on sekiz yaşlarına geldiğinde düzgün manzumeler yazmaktaydı. Bir Servet-i Fünun şairi olarak tanımakla beraber, şiirlerinde konuşma dilini ve hece veznini kullanması ve ayrıca sosyal konulara yer vermesi sebebi ile diğer Servet-i Fünun şairlerinden ayrıldı. Gerçekleri romantik bir tarzda ifade etti. Hece ölçüsü ile şiirler yazan ilk şairlerden biri olarak kabul edildi. Şiirleri dışında edebiyat, tarih ve tiyatro alanlarında kaleme almış olduğu şiirleri ile de adından söz ettirdi.

Hayatının son yıllarında geçim sıkıntısı çeken Ali Ekrem Bolayır, Ünlü hekim Mazhar Osman tarafından tedavi  edildi. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.

ESERLERİ

Şiir:

  • Kaside-i Askeriye, İst., 1324/1908
  • Kırmızı Fesler, (hicivler) İst., 1324/1908
  • Ruh-ı Kemal, İst., 1324/1908
  • Zılal-ı İlham, İst., 1327/1911
  • Lisan-ı Osmani, İst., 1332/1916
  • Ordunun Defteri, İst., 1920
  • Ana Vatan, İst., 1337/1921
  • Şiir Demeti, (çocuk şiirleri) İst., 1924
  • Vicdan Alevleri, İst., 1925
  • “Tâir-i İlahi” (yayımlanmadı)

Oyun:

  • Bâria, İst., 1908.

Anı:

  • Ali Ekrem Bolayır’ın Hatıraları, (haz. M. K. Özgül) Ank., 1991

İnceleme:

  • Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye, İst., 1328/1912
  • Lisan-ı Edebiyat, İst., 1330/1914
  • Nazariyat-ı Edebiye Dersleri, İst., 1331/1915-18
  • Recaizade Mahmut Ekrem Bey, Hayat ve Asarı, İst., 1923
  • Şerh-i Mütûna Medhal, İst., 1928
  • Lisanımız, İst., 1930, Namık Kemal, İst., 1930
ESER ÖRNEKLERİ

TÜRK ASKERİNE

Görüp bünyan-ı mülkü münkariz zulm ü denaetten
Büyük bir nevha koptu kalb-i ateş-bar-ı milletden

Hamiyyet cuşa geldi, şems-i hürriyet zuhur etti;
Bu hake ebr-i rahmet düştü vahdet-gah-ı kudretten.

Levami riz-i dehşet olmadan kahr-ı adu etti;
Sufuf-ı zulm ü istibdadı doğdu havf ü heybetten.

Sürüklerlerdi mülkü, devlet-i, her türlü etti;
Koparmışlardı hissiyatı kalb-i ademiyetten.

Bütün ashab-ı vicdan zar zar-ı zulm idi amma;
Figan ebkem kalırdı titreyip can ye’s ü servetten.

Ne canlar yandı, kanlar aktı, me’valar harab oldu;
Ne meskenler yıkıldı cüşiş-i seyl-i sefahetten

Şehidan-ı hamiyyet belki on bin ferde varmıştır;
Vatan mahrum olurdu belki yüz bin merd-i gayretten.

Çocuklar ağlar, inler anneler… Biçare mazlumin
Duyarlardı bu müthiş naleyi zindan-ı gurbetten

Atalet mahz-ı hikmet-i millet cinayetti;
İbaret her fazilet lafz-ı mel’un sadaketten

Zekavetten, dehadan, kalb ü hisden her ne buldunda
Hemen addeyledin en mübtezel, adi cinayetten

Nihayet ey muzaffer, şanlı ordu; sen zuhur ettin.
Füyuz-ı adl ü hak cuş etti afaak-ı saadetten

Ne ulvidir mukaddes maksadın, cehd-i şema-şanın;
Bütün bir halkı kurtardın kilab-ı zulme hizmetten.

Batırdın, vurdun, imha eyledin… Allah için ali;
Mukaddestir cihadın, kainata galibiyetten

Yaşa, binler yaşa, ey asker-i ali-himem; bizler
Senin sayende kurtulduk mezelletten, esaretten.

ELVAH-I TABİATTEN

Olunca hab ile perverde çeşm-i bidarın
Ekildi sineme gül-nahla taze ezharın

Cebin-i safını bus etmek istedim amma
Döküldü gözlerime kakül-i seher-tarın

Nigah-ı aşıkını tarmar eden zülfün
O sayeban-ı perişan eda-yı didarın

Açıldı ahım ile pare pare ayrıldı;
Süzüldü can evime dide-i ziya-darın

Şemim-i hüsnünü ruhum duyardı zülfünden
Ederdi kalbimi lerzan nigah-ı bimarın

Bu hal ile beni bir lahza mest-i aşk ettin
Hemen şu lütfunu kıskandı naz-ı gaddarın

Atınca saçlarına duşuna, uçup gittin
Gözümde kaldı hayal-i ferişte-reftarın

VASİYYET

Donukça bir fenerin nur saçan civarında
Çadırların arasında, serinde, rahatta
Nöbet değiştirilen bir ferahlı saatte
Ağaçlı bir tepenin kuytu bir kenarında
Buluştular iki hemşehri kahraman asker:
Çemizgezekli Memişle bölük emini Ömer.
Gel arkadaş-. Bakalım gel şu mektubu anlat..
Babam nasıl?
— İyidir..
— Çok şükür.. Nasıl Eminem?
Yeminlidir, bana korkma yalan demez ki ninem
Çarık takındığımız gün ağırca hasta idi
— Memiş, eğer ben Ölürsem sakın acınma! dedi.
— Baban selâm ediyor. Dal taban selâm ediyor,
Bekir selâm ediyor. Pehlivan selâm ediyor.
Ninen selâm ediyor, animi kızların hattâ..
Çoban selâm ediyor..
— Bak hele! diyindi bana Bizim kadın nice olmuş?.
Bizim kadın, Emine!.
— Bekir nişanlanıyormuş,
Beyırmagı taşmış
Sular yeşil höyüğün, üstünü basıp aşmış!.
— Yoğundu.. Amma Suhâ! Coşkun olmalı bu sene.
Kızılpınar bu kadar taşmadıydı. Sen de hele
Su mektubu bitir artık; bizim kadın nicedir?
— Memiş durundu..
— Bırak, ben tamam sekiz gecedir
Düşümde görmedim artık.
— Bu yıl da Sazlı İle Çekirge çok düşüyormuş,
Öğen hele yoğ imiş..
Ağılda üç koyun ölmüş, sıcak biraz çoğ imiş.
Senin buza büyümüş, gök ağaç çiçek açmış
Zavallı Çöp Hasan’ın kır tayı dağa kaçmış.
İmam dua okumuş cenge,Ha selam ediyor.
Çakırselam ediyor, Mustafa selam ediyor.
-Bırak bırak. Yetişir. Anladık.
-Selam ediyor.
-Ne saklıyon bana sen?
Anlamam mı halinden.
Bizim kadın diyiver, di… Düşümde gördüm ben.
Memiş, O namı ufalmış vücudu heykel er.
O dağ kadar topa karşı göğüs geren asker
Yıkıldı yıldırımdan şu gizli bir haberin
Ezildi koptu yerinden o kahraman yüreği
Yürekte bir acı var.
Karşısında sevdiceği
Garip. Can veriyor zannolundu. Sordu yine.
Bizim kadın gidivermiş. Değil mi ah Emine?
Biraz da ağladı, kalbinde bir melal helecan.
Elemli ruh kuşu göğsünde eğliyordu figan
Şafak henüz söküyordu. Hazin bir ince gülüş
Çocukça bir bakışın şevki nurlu bir dökülüş
Ağaçların arasından, çadırlar üstünden
Süzüldü geldi, güzel bir hayale dalmış iken.
O gamlı askerin alnına konmuştu askerin birden.
Emin imiş gibi Allah’a varmasından onun
Semaya en acı hamdeyle, toprağa kinle
Bakıp vasiyyetini başlamıştı takrire
-Şehit olursa eğer kimse bir şey almayacak
Ne malı var bu fakirin, beş on koyun, kösemen.
Biraz ekin, buzağı, kağnı, bir de sazlı dere.
Bu şeylerin birisi arkasında kalmayacak
Ne var, ne yoksa satıp savmalı. Bahasıyla.
Emine’ye yakışır bir taş almalıdır emeli.
Kızıl boya, sarı altın yazıyle süslenmeli.
Taşın yüzünde kılınç resmi olmalı mutlak.
Memiş nefer mi, ya zabit mi kim bakıp soracak.
Bir ince süngü yapılmış ki hiç değilse bile.
-Bir asmacık dikiversin babam. Fidan salsın.
Bi danecik Eminem tanesinde hoş kalsın
İmam efendiye söylen ki, Hak rızası için.
Mezarcının başucunda üç ayda bir akşam.
Bir “Amme”cik okusun. Bir yanık ilahi desin.
Kadıncağız gidiverdi.
-Şuna bakındı tamam
Memiş sen ağlar isen şimdicik kaçıp giderip.
Sıra sıra dolacakken selam sabahlar ama.
Çalındı bir boru.
-Kak, kak Memiş. Silah başına!
Memiş o mektubu boğmuştu şimdi gözyaşına.
Kıvırdı koynuna koydu. Yürekte aşk-ı hüda
Şehadet izleri yüzde. Atıldı meydan
Kavuşmak isteyerek, Ahirette canana

KAYNAKÇA: İbnülemin, Şairler, I, 285-290; Necatigil, İsimler, 93; İ. Parlatır, Ali Ekrem Bolayır, İst., 1987; ay, “Bolayır, Ali Ekrem”, DİA, VI, 275-276; B. Altuniş, “Bolayır, Ali Ekrem”, TDEA, I, 457; A. Uçman, “Bolayır, Ali Ekrem”, YYOA, I, 326-327.

Paylaş