HAYATI
14 Mart 1887’de Rumelihisarı/İstanbul’da dünyaya geldi. 3 Mayıs 1963’te Cihangir/İstanbul’da hayatını kaybetti. Tepedelenli Ali Paşa soyundan Emine Neyyir Hanım ile ilk edebiyat dergilerinden Hazine-i Evrak, İnsaniyet ve Ceride dergilerinin sahibi, öykücü ve eleştirmen Mahmut Celalettin Bey’in oğlu, gazeteci ve yazar Selim Nüzhet Gerçek’in kardeşidir. Anne tarafından dedesi Ahmet Muhtar Bey’in Rumelihisarı’ndaki yalısında doğdu. Babası ona Tanzimat dönemi şairlerinden Şinasi ve Abdülhak Hamit’in adlarını verdi. Çocukluğu Beyrut maarif müdürü olan babasından ayrı, annesiyle birlikte Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca’da geçti. Bir Fransız mürebbiyeden Fransızca, Tevfik Fikret’ten Türkçe dersleri aldı. 1894’te Beyrut’a babasını görmeye gitti. 1898’de Galatasaray Sultanisi’nin orta kısmına başladı. Hocaları arasında Tevfik Fikret, Muallim Feyzi Efendi, öykücü Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Abdurrahman Şeref vardı.
1905’te Messagerie Maritime şirketine ait bir vapurla Fransa’ya kaçtı. Paris’ta Yahya Kemal’in de kayıtlı olduğu Ecole Libre des Sciences Politiques’e devam etti. Prens Sabahattin, Dr. Nihat Reşat Belger ve Ahmet Rıza ile birlikte Jön Türklerin siyasi ve fikri faaliyetlerine katıldı. Paris Öğrenciler Birliği’ne üye oldu. Birliğin çıkaracağı dergiye yazı istemek için evine gittiği Anatole France ile tanıştı. Quartier Latin’de M. Barres ile dostluk kurdu. J. Moreas, E. Faguet, J. Cocteau ve H de Regnier gibi yazarlarla tanıştı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Türkiye’ye döndü. 1909-1913 arası Fransız inşaat şirketi Baron de Lormais’de çalıştı. 1913-1920 arasında Kozlu-Kilimli-Kandilli madenlerini işleten Hugo Stines adlı Alman şirketinde Osmanlı hükümetinin umumi katipliğini yaptı. Bu şirket kapanınca Mütareke yılları boyunca Osmanlı Bankası’nda çevirmen olarak çalıştı. Bu arada 1918’de Rumelihisarı’ndaki yalıları yandı ve annesi ile birlikte Nişantaşı’na taşındı. 1919’da Milli Ahrar Fırkası’nın kurucuları arasına katıldı. 1922’de Şair Nigar Hanım’ın yalısındaki bir yangında notları, kitapları ve ilk şiirleri kül oldu. 1924’te Reji İdaresi’nin tercüme kalemine girdi.
1931’de Ankara’ya giderek yeni oluşan Balkan Birliği’nin Türkiye seksiyonu umumi katipliğine atandı. Burada Evkaf Apartmanı’na yerleşti. Birliğin Ankara bürosu kapatıldığı sırada Dışişleri Bakanı Hasan Saka aracılığıyla Dışişleri Bakanlığı danışmanlığına getirildi. II. Dünya Savaşı’nın ardından San Francisco’da düzenlenen Milletlerarası Barış Konferansı’nda delege olarak yer aldı. Birleşmiş Milletler Türk Derneği’ne Dışişleri Bakanlığı temsilcisi sıfatıyla kurucu üye oldu. Tansiyonu yüksek olduğundan doktorların tavsiyesi ile 1948’de İstanbul’a döndü. Ayaspaşa’da Boğazı gören bir apartmana yerleşti. 1960’ta Merkez Bankası İstanbul Şubesi’nde başmütercimlik yaptı; bu görevi ona maddi sıkıntıları hafifletmek amacıyla verilmişti. Görev aldığı dernekler arasında Türk-Fransız Kültür Cemiyeti, Turing Kulüp, Pierre Loti Dostları Cemiyeti, İstanbul Enstitüsü ve Yahya Kemal Enstitüsü sayılabilir. Bir süre Türk Yurdu dergisinin genel yayın müdürlüğü görevini de üstlendi. Hiç evlenmemiş olmakla övünürdü. “Evlenseydim de oğlum komünist, kızım aktris mi olsaydı?” sözü ünlüdür. Cihangir’deki evinde beyin kanamasından öldüğünde cenazesini dönemin İstanbul Belediye Başkanı Necdet Uğur kaldırttı. Merkezefendi Mezarlığı’ndaki aile kabristanına gömüldü.
Babasının da etkisiyle çok erken yaşlarda edebiyata ilgi duydu. Galatasaray yıllarında Ahmet Haşim, Hamdullah Suphi, İzzet Melih, Refik Halit ve Emin Bülent ile edebi dostluklar kurdu Bu yıllarda Servet-i Fünuncular gibi mensur şiirler yazdı. Fransız edebiyatından özellikle “psikolojik roman”lar yazan Paul Bourget’in üslubundan etkilendi. Pierre Lotti hayranıydı.
Edebi hayatında Mütareke yıllarında şiir, kitap tanıtma ve eleştiri yazılarıyla başladı. Dergah dergisinde “Kitaplar ve Muharrirler” başlıklı kitap eleştirileri, Yarın dergisinde denemeler, “Saatler ve Mevsimler” başlığı altında hece vezni ile şiirler yayımladı. 1921’de itibaren İleri ve Medeniyet gazetelerindeki yazıları ile tanındı. Ağaç, Varlık, Ülkü ve Türk Yurdu dergileriyle Milliyet, Hakimiyet-i Milliye ve Dünya gazetelerinde yazmaya devam etti.
İstanbul’un önemli edebiyat mahfillerinden Tokatlıyan ve Löbon’daki toplantılara katıldı. Mükemmeliyetçiliği ve hayatı yalnızca edebiyattan ibaret görmesi, Fransız yazarları örnek alışı ve Yakup Kadri’nin anılarında sözünü ettiği “tenkide uğrama korkusu” nedeniyle kendi edebi kişiliğini yansıtan yapıtlarını ancak 1940’tan sonra yayımladı. Kitaplarında çocukluğunun geçtiği Boğaziçi’ni ve ilk gençlik yıllarının İstanbul’unu, Osmanlının son dönemindeki seçkinlerin yaşamlarını geçmiş zamanın güzelliklerine duyduğu özlemle anlattı. Bir bürokrat olan babasının modern yaşam tarzını, Mevleviliğin tasavvufi geleneğini sürdüren anne tarafından ise geleneksek yaşam tarzını özümsemişti.
Cumhuriyet dönemi yazarı olmasına rağmen dil ve üslup açısından Meşrutiyet kuşağına bağlı kalan Hisar’ın bütün yapıtlarından esas olarak “hatıra”ya dayalıdır. M. Daydar’ın yaptığı bir söyleşide “Bütün yazdıklarım gönlümde kalmış birtakım hatıralardan ibarettir” demiştir. Tanpınar, Boğaziçi Mehtapları için kaleme aldığı bir makalede, onun bütün yapıtlarına egemen olan bu yaklaşımı şöyle değerlendirir: “Ona göre asıl bizim olan, bize sadık şekilde bağlı olan bizi bizde, bizim içimizde saklayan geçmiş zamandır. Fakat biz daimi bir oluş halinde olduğumuz için, kendimizle beraber geçmiş zamanlarımız da değişir. O halde her çağın hatıralara ayrı ayrı bakış ve onları anlayış tarzı vardır. Fakat Abdülhak Şinasi, burada da kalmaz; bu izafiliği, kitabın sonunu teşkil eden kozmik bir rüyada büsbütün derinleştirir; bizimle beraber değiştiği için bizimle kaybolması gereken hatıralara bir nevi ebedilik bahşeder. Romanlarına hikaye demeyi tercih etmesinin sebebini ise Sermet Sami Uysal’a şöyle açıklamıştır: “Bütün yazdıklarım hatıradır. Hatıralarımı yazarken roman aklıma gelmiyor. Samimi hatırlarımı ‘hikaye’ ile ifade daha kolay geliyor. Roman, herkes tarafından bütün nüanslarıyla anlaşılsaydı belki roman diyebilirdi.”
“Mazi cennetindeki Boğaziçi medeniyetini” diriltme çabasıyla anılan, yazar romanlarında Maurice Barres, Anatole France ve Marcel Proust gibi Fransız yazarların edebiyat anlayışlarını örnek almıştır. Romanda, “his ve fikri” önemser. “…(romana) hariçten hudut çizilemez, yol gösterilemez, o hiçbir gayenin emrine verilemez ve hiçbir gayeye hizmetten men edilemez. Zaten sanat, daima, bir kıblenüma gibi kendi hakikati üstünde titreye titreye onu arar, bulur ve gösterir. (Kleber Haedens’in Roman Sanatı kitabına Abdülhak Şinasi Hisar tarafından yazılmış önsöz).
Romanlarında ayrıntılı olarak çizdiği portreler kültürlü, seçkin, içine kapanık, dengesiz, garip fantezileri olan, dünyaya hayallerinin penceresinden bakan ve gerçek hayatta başarısız olan kimselerdir. Örneğin “Fahim Bey ve Biz” romanını Almancaya çeviren F von Rummel, Fahim Bey’i Gonçarov’un “kendi kendine yeten, dış eylemlere açılmayan” Oblomov’una benzetir. Bu insanlar yaşadıkları zamana, mekana, hayallerinde, rüyalarına ve kullandıkları eşyaya bağlı kalarak anlatılır. Toplumsal ve siyasi sürecin etkisi roman kişileri üzerinden dolaylı olarak görülür. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Abdülhak Şinasi’yi okurken, nesrin yazı olduğunu, konuşma olmadığını tekrar hatırladım. Albülhak Şinasi, nesre son zamanlarda unutur gibi olduğumuz bu mevkiini iade eden muharrirlerimizdendir” der. Girift ve şiirli cümleleriyle dilin imkanlarını sonuna kadar kullanma çabası onu Türkçesinin en usta yazarları arasında yerleştirmişti.
Abdülhak Şinasi Hisar, “Fahim Bey ve Biz” romanıyla 1942 CHP Hikaye ve Roman Müfakatı Ödülü’nü almıştır.
“Boğaziçi geçmişe karışıp gittikten sonra halin dikenleri batmasın diye, bütün ömrü boyunca yaşadığı çağa karşı gözlerini kapayıp kendi içine çekildiğini biliyor muydu, bilinmez; ama ‘mazi’yi ömrümüzün çiçeklerini veren bir bahçe sayıyordu. (…) “O kibarlık örneği, o fildişi kule sakini; Fahim Bey, Nizamî Bey ve Çamlıca’da damı akan bir harap köşkte oturan vali mazulü Hacı Vamık Efendi gibi silik, alelâde insanların kaderi üzerine eğilmiş, dertlerini, kederlerini paylaşmış, ruhlarının kendilerince bile sondalanmaz derinliklerine inmiş ve onlardan her biri ayrı ayrı ilgimizi çeken, kalbimize dokunan ya da tuhafımıza giden roman kahramanları meydana getirmişti.” (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
“Hisar, son üstün medeniyetimizin lirizmini sezerek dile getirmiş bir yazarımızdır. Mefahirimiz arasında sayılması gerektiği hususunda görüş birliğine varıyoruz.” (Nihad Sami Banarlı)
“Şiirimizde Servet-i Fünûn’dan beri devam eden günlük küçük hassasiyetlerin, Ahmed Hâşim’le beraber biraz daha ‘ben’i aşan, biraz daha egzotizme uzanan duyguları Hisar’ın da şiirlerinin temasını teşkil eder. Yine Hâşim’in gösterdiği yolda, biraz daha bâriz bir mübhemiyet, buruk sızılar, empresyonist renklerle tamamlanan bu şiirlerle Abdülhak Şinasi, devri içinde bir yenilik olamayacağını hissetmiş olmalıdır ki, kısa zaman sonra bu yolu bırakır, kendisini tamamen nesir alanına verir, hattâ bir zamanlar şiir yazmış olduğunu hatırlamak da istemez. Yaşıtları olan, biri Sultânî’den, diğeri Paris’ten arkadaşı, Ahmed Hâşim’i ve Yahya Kemal’i aşamayacağına kanaat getirmiş olmalıdır.” (Prof. Orhan Okay)
“Bu sözcüklerin çağrıştırdığı deneyim ufku romantik şair Coleridge’in fantezi ile imgelem arasında yaptığı ayırımı akla getiriyor. Fanteziyi biriktirici ve bağdaştırıcı (çağrıştırıcı) bir kuvvet olarak tanımlayan Coleridge, Fantezi zaman ve mekânın düzeninden kurtulmuş bir bellek şeklinden başka bir şey değildir dedikten sonra ekliyor: ‘bildiğimiz bellek gibi fantezi de bütün malzemelerini çağrışım kuralına uygun olarak hazır şekilde’ elde eder. Okurlar, Hisar’ın yapıtlarında amaçlananın belleğin fantezili kullanımı aracılığıyla zaman ve mekândan kurtulma olduğunu bilirler.” (Süha Oğuzertem)
ESERLERİ
ROMAN: Fahim Bey ve Biz (1941), Çamlıca’daki Eniştemiz (1944), Ali Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952). ANI: Boğaziçi Mehtapları (1942), Boğaziçi Yalıları (1954), Geçmiş Zaman Köşkleri (1956).
DERLEME-ANTOLOJİ: Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde (mısra ve beyit antolojisi, 1955; yeni bas. 1995), Geçmiş Zaman Fıkraları (1958).
MONOGRAFİ: İstanbul ve Pierre Loti (1958), Yahya Kemal’e Vedâ (1959), Ahmed Hâşim Şiiri ve Hayatı (1963).