HAYATI
Şair ve tezkire yazarı. Edirne’de dünyaya geldiği bilinen Sehi Bey’in doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1548’de Edirne’de yaşama veda etmiş ve burada gömülmüştür. Asıl adı, ailesi ve yetişmesi hakkında herhangi bir bilgi yok. Fatih Sultan Süleyman döneminde doğduğu, Edirneli olduğu ve şair Necati’nin yanında yetiştiği biliniyor. Şiirlerinden, daha 1496’da şair olarak tanındığı, bir ara Mora’da bulunduğu (1505’ten önce) öğreniliyor. Sehi Bey’in ilk resmi görevi şehzade Mahmut’un divan katipliğidir. 1504’te Manisa valiliğine atanan şehzade ile birlikte Manisa’ya gitti. Onun ölümü üzerine de şehzadenin nişancısı olan Necati ile birlikte İstanbul’a döndü. Bu tarihten sonra İstanbul’da divan katipliği yaptığı görülür. Gerek şehzadeliği, gerekse Manisa valiliği sırasında Kanuni Sultan Süleyman’ın yanında bulundu. 1520’de Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta çıkmasından sonra aldığı görevler konusunda, kaynaklarda değişik bilgilere rastlanır. Kesin olan, kendi dileği ya da dileği dışında padişahın kapısından ayrıldığı ve kendisine mütevellilik görevi verildiğidir. Son olarak Edirne’de Darü’l Hadise mütevelli oldu. Üzüntü ve sıkıntı dolu bir hayat sürdüğünden yakınarak, padişaha ve dönemin ileri gelen devlet adamlarına yazdığı kasidelerle bu durumdan kurtarılmasını isteyen şair, isteklerine ve umduklarına kavuşamamıştır.
Sehi Bey, yaşadığı dönemde ve daha sonraları değerli bir şair sayılmamıştır. Düzenlediği Divan’ın nüshalarına rastlanmaz. Sehi Bey’in asıl önemi ise Osmanlı dönemi Türk edebiyatının ilk şairler tezkiresini yazmış olmasıdır.
ESERLERİ
- Divan
- Tezkire-i Sehi (Heşt Bihişt)
ESER ÖRNEKLERİ
Sehi Tezkiresi’nden
(Necati)
“Mevlidi Edirne’dir. Ve ismi İsa’dır. Merhum sultan Mahmut hazretlerinin asıtan-ı saadet aşiyanlarında nişancı olup divan-ı saltanat eyvanlarında nişan-ı şerif vu tuğra-yı münif hizmet ederdi. Her zaman şeref-i rikab-busları ile mesrur ve bisat-ı neşat-ı müsahebet-i saadet bahşlarında pür huzur idi. Bir an ve bir zaman anların hizmet-i müsahebetlerinden dür ve mülazemet-i meclis-i saadetlerinden mehcür olmak yoğ idi. Esna-i muhaverede sadır olan güftar ve hin-i mülahazada varid olan eşardan biri bu kıtadır ki, zikrolunur”.
Kıta
Umaruz ide ata faris-i meydan-ı kerem
Came kim olmuş idi arkalarından ma’hud
Umarız eylemeye şah Necati kuluna
Anı kim eyledi Firdevsi’ye Sultan Mahmut
… Meşayihane ve muhakkikane garra eş’ar ve münteha ziba güftarı var. Divanı meşhur-ı afak ve kendüsi mekarım-i ahlak ile mevsüf olmuştur ve bu ebyat anıdır.
Beyit
Her ki yâri hoş görür komaz bu günü yarına
Cenneti didara satdı aşk ola didarına
Dar-ı dünya bir misafirhanedir kim her gelen
Ah şahım yazdı gitdi safha-i divarına
Ve ‘Münazara-i Gül ve Hüsrev’ adlu bir kitabı var, Mesnevisi güzel ve nazmı bibedel amma gümyab ve napeydadır.
(Sehi Tezkiresi’nde bahsedilen şairler, durumlarına ve zamanlarına göre sekiz gruba ayrılmıştır. Padişah ve şehzadeler de bir grup teşkil etmektedir. Aşağıdaki parçanın konusu olan Fatih’den de, şair olması dolayısıyla bahsedilmektedir)
SULTAN MEHMET HAN
Osmanlı tarihlerinde Fatih diye yazılır. Şiirde Avni mahlasını kullanmıştır. Buna nasip olan fetih Osman Oğullarından bir padişaha daha nasip olmuş değil.
Her cins latifeye kabiliyetli ve her çeşit hünere düşkündü. Bilhassa ilim sahiplerine o derecede rağbet ve öyle iltifat ederdi ki bir padişah daha etmemiştir. İstanbul’u fethettiklerinde Yeni Cami yaptırıp çevresine sekiz medrese kurdu ve içine ulu ulu mollalar getirip müderris eyleyip çalıştırdı. Ol zamanda ilim sahiplerine şol derecede itivar var idi ki medreselerde ne kadar kabiliyetli danimend var ise her birinin ihtisasına göre defter yaptırıp yanında saklardı. Medrese veya kadılık boşalınca defterine bakıp kendi münasip gördüğüne verirdi. Bu sebep ile herkes ilme rağbet edip okumaya canlar verirdi.
Şairlere onun ettiği itibarı ile bir padişah daha etmemiştir. Onun devrinde toplanan şairler bir vakitte daha toplanmamıştır. Her birine ulu ulu dirlikler eyleyip her zaman huzuruna getirip karşılıklı şiir söyletirdi. Araptan, Acemden marifet sahibi olan kimseleri buldurup getirip haddinden fazla riayet ettirirdi.
Konuşmalarından çok latifelere naklederler. Rivayet ederler ki bir gün tedbil-i kıyafetle dolaşırken bir derviş bunu tanımış, yanına varmış, eyitmiş:
-Allahü Teala üç yüz yirmi dört bin peygamber yarattı. Ol peygamberlerin her birinin aşkına bana akçe ver! Demiş.
Sultan Mehmet dahi görmüş ki istediği çok akçe olur, dervişe eyitmiş:
-Hoş, sen ol peygamberlerin her birinin adını söyle!
Bunca peygamberlerin adını nereden bilsek gerek idi. On peygamberin ancak söyleyebildi. Fazla söyleyemeyip ol dahi on akçeden ziyade vermekten kurtuldu.
Çok şiirleri var. Sözleri merdane ve gazelleri aşıkane.
MEVLANA ŞEYHİ
İsmi Yusuf’dur. Şair ü fazıl ve hekim-i kamil şiiri fazlına nisbet gülistan-ı fesahatden bir berk-i gül vü nazm-ı latifi bostan-ı belagatden bir şah-ı sündüldür. Kaside vü gazel ü mesnevi vü rubai vü kıt’a dimekde mütefennindür. Germiyan memleketinde olurdı. Diyar-ı Acem’de Mevlana Seyyid Şerif Cürcani hazretleri ile şerik olup şugl itmişdür. Tabiatı tıbba mail ve hikmete kaabil olup ilm-i tıbda ziyade maharet ve henn-i hikmetde tamam-ı mümareset bulup Hekim Sinen dimekle iştihar-ı tam ve itibar-ı mala-kelam bulmışdı. Nesl-i Osman’dan merhum Mir Sülüman hazretleri ile müsahib düşüp bunda tab-ı hoş ve eflaz-ı dil-keş görüp tabiat-ı şi’riyye fehm itmegin şi’re sevk itmiş garra ve münteha ve bu fende bila nazır mahir kimesnedür. Mir Sülüman fevtinden sonra Merhum Sultan Murad Han-ı Gazi- rahmetullahi aleyh- müsahabet-i şeref-bahşları ile münasebet idüp anlar dahi Mevlana Şeyhi de ziyade zekavet ü fetanet vü idrak-i pak görüp begenüp vezir idinmek murad idindi. Reşkden müfsid ifsad idüp ittifak-ı nifak sureti ile hamse-i Nizami gibi bir kitab dimege irtikab eylesün görelüm badehu vezir idesün diyü ilka ve igva idüp Sultan Murad hazretler dahi imtihan içün şeyh-i kirami hazretleri Nizami penc-gencin Şeyhi hidmetlerine virüp ol dahi alup içinden Husrev u Şirin tercümesin ihtiyar edüp bu bi-bedel hubun eğninden köhne Acem libasın giderdi. Turki kisvet ve yeni hil’at biçüp giyürdi. İnsaf ki bir şive ile zib ü zinet bir nakş ile taravet ü letafet virmişdür ki andan artuk olmak mutasavver degül.
Mesnevi
Acem tonından ol Mecnun’ı soydı
Heman dem Rumi usluba koydı
Soyup eğninden ol köhne palasın
Düzetdi Rumi atlasdan libasın
Boynına hil’at hüsni biçüp rast
Virüp endam düzetdi çeb ü rast
Şu resme itdi zinet virdi tertib
Gören can virüp eyler anı tergib
Virüp sözden cemal-i hüsnine nab
Kemend-i zülf ü hattın itdi pertab
Yüzinden çözdi çıkardı nikabı
Alup açdı cemalinden hicabı
Cemal’i hüsnin irgürdi kemale
Heman alemde aşk olsun cemale
Bu libasun bir vech ile arayişin hub endazesin mergüb itmişdur ki sonradan gelen zamane fazılları ve devran kamilleri hamse tercemesine çok sa’y ü beliğ ve cehd-i bi diriğ itmişlerdür ki sonradan gelen zamane fazılları ve devran kamilleri hamse tercemesine çok sa’y ü beliğ ve cehd-i bi diriğ itmişlerdür. Lakin eflaz ü maani babında ve hikaye-i basfi hususunda ve cabeca münasebet ile emsal irad itmekde Mevlana Şeyhi söze bir mertebede selaset ve hikayeye bir reng ile letafet ü suret virmişdür ki kimseye müyesser degül belki makdur-i nev-i beşer olmış degül. Elhasıl sözi hadd-i icaze iletmiş beyne’l-mevali ve’l –ahali kitabi makbul ve eş’an menküldür. Rivayetdür Mevlana Şeyhi varup hamse-i Nizami’den Husrev u Şirin kitabı tercemesine mübaşeret idüp bin mikdarı beyt yazup çaşnı içün Sultan Murad Han –aleyhir-rahmeti vel gufran hazretlerine iledüp arz itdükde gayet-i mertebede çeşide ve nihayet-i derecede pesendide düşüp mukabelede vafir inam u ihsan-ı itmam bulup dönüp yine vatan-ı maruf u mesken-i me’lufi olan Germiyan memleketine giderken yolda haramiler basup elinde olancasın alup kendüsi ölümden halas buldı. Varup kendü vakıasını münasib Har-name nam bir hikaye nazm idüp padişaha gönderdi. Ve kendüsi Husrev (ü) Şirin nazmına meşgul oldı.
Ve bu birkaç beyit ol Har-name’dendür.
Mesnevi
Çıkdı Çin ü Hıta’ya avaze
K’açdı Rum içre adl dervaze
Zevk içinde cihan meğer Şeyhi
Yatur üş mihnet-i belada dahi
Bahtı rengi yüzi tek ağarmaz
İşi başmaklayın başa varmaz
Rahat umdukça gördi zahmetler
Devlet isteyi buldı mihnetler
Benüm ol gam yükindeki har-ı leng
Gussalar balçıgında valih ü deng
Ne yüküm bir nefes giderici var
Ne biraz çekmegile yana var
Har-ı geda iken arpaya muhtaç
Gözedürem kurula başuma taç
Batıl isteyü hakdan ayrıldum
Boynuz umdum kulakdan ayrıldum
İsteriken helalden ruzi
Varım itdüm haramilere ruzi
Eger anlara olmaya buyruk
Ah gitdi kulak ile kuyruk
Mevlana Şeyhi’nün tali’i na-müsaid ve bahtı na-muvafık olup Husrev ü Şirin tercemesini temam itmedin. Allah emrine yetişüp kabri Germiyan’dadur.
KAYNAKÇA: Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2008). Beyânî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83502/beyani—-tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013]