HAYATI
XVIII. yüzyıl yazar ve şairlerinden. Tam adı Ebubekir Kani Efendi. 1712’de Tokat’ta dünyaya geldi. 1791’de İstanbul’da yaşama veda etti. Mezarı Eyüp’tür. Gençliği üzerine herhangi bir bilgimiz yok. Mevlevi olduğu, kırk yaşına Tokat mevlevihanesinde bulunduğu biliniyor. Trabzon valisi Hekimoğlu Ali Paşa, üçüncü kez sadrazamlığa getirilince İstanbul’a giderken Tokat’tan geçişi sırasında kendisine bir kaside sunan Kani’yi de, şeyhinden izin alarak yanında götürdü. İstanbul’da Divan-ı Humayün Kalemine yerleştirildi. Kısa sürede sivrilerek hacegan rütbesini aldıysa da içinde bulunduğu gösterişli yaşama ısınamadı, koruyucusunun iki ay sonra sadaretten ayrılmasının fırsat bilerek Silistre valiliğine atanan birinin divan katibi olarak kendi isteği ile İstanbul’dan uzaklaştı. İstanbul dışındaki yaşamı, dönemin ileri gelenlerinin, bu arada Yeğen Mehmet Paşa’nın divan katipliği görevine getirildi. İki kez de Bükreş’te Ulah Beyi Alexandre’nin özel katipliğini yaptı. Bükreş’te bulunduğu sırada bir Roman güzeline aşık olduğu, sevgilisi Hristiyan olmasını isteyince günümüzde atasözü olarak kullanılan “Kırk yıllık Kani, olur mu Yani” sözünü söylediği rivayet edilir. Yeğen Mehmet Paşa sadrazamlığa getirilince dostu Kani’yi de İstanbul’a çağırdı. Ama şairin saray kurallarına aldırış etmemesi, geçmişte yazdığı bir mektupta bir cümlesini yanlış anlayan paşaya ikinci mektubunda “idraki gevşek ve kafası dümbelek” sözleriyle niteleme yürekliliğini veren senli-benliliği bu kez sadrazam olan paşayla sürdürmeye kalkışması, üstelik onunla ilgili kimi sözleri sağda solda söz konusu yapması, neredeyse öldürülmesine yol açıyordu. Reisülküttap Hayri Efendi’nin aracılığı ile idamdan kurtuldu. Limni’ye sürüldü ve bütün mallarına el konuldu. Kani’nin mektuplarından Limni’de sıkıntılı bir yaşam sürdüğü anlaşılmaktadır.
Kani, günümüze şair olarak değil yüz yirmiye yakın mektubuyla bir düzyazı ustası olarak kalmıştır. Mektuplarında ciddiyet ve mizah iç içedir. Üslupçudur, divan nesrinin süslü, seçili anlatımını nükte ve alay araca olarak kullandığı görülür. Ama kişiliğindeki alaycı yan ağır basınca gerek kendine özgü, gerekse halk dilinden alınma deyimler kullanmaktan çekinmez. Böylece anlatımı bir işleklik kazanır. Bir mektubundaki şu selam faslının ve buna benzer anlatım özelliklerinin ondan bir yüzyıl sonra gelen Ahmet Rasim’de görüldüğünü, hatta Ahmet Rasim’in anlatımının ana özelliği olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Kuşkusuz, Kani’nin Ebüziyya’nın deyişi ile “Üdeba-yı Osmaniye içinde nev’i şahsına münhasır” bir düzyazı ustası olduğu açıktır. Düzyazıda mizahın ilk örneklerini verdiği de unutulmamalıdır.
ESERLERİ
- Divan
- Münşeât
- Letâ’if-nâme
- Be-nâm-ı Havâriyyûn-ı Bürûc-ı Fünûn
KAYNAKÇA: Göçgün, Önder (1987’de). “18.yy. Klâsik Türk Şiiri’nin Nüktedan Bir Mevlevî Şâiri: Tokadlı Kânî”. Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu. Ankara: Tokat Valiliği Yay. 565-572, Kurnaz, Cemâl ve Mustafa Tatçı (hzl.) (2001’de). Mehmed Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî – Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri. C.II. Ankara: Bizim Büro Yay. 848-849, Özkırımlı, Atilla (1984’te). “Kânî” Maddesi. Türk Edebiyatı Ansiklopedisi. C. üç. İstanbul: Cem Yay.715-716.