HAYATI
Şair ve yazar. 28 Aralık 1907’de İstanbul’da dünyaya geldi. 15 Ekin 1958’de İstanbul’da yaşama veda etti. Küplüce Mezarlığı’nda toprağa verildi. Asıl adı Ali Asaf. Dahiliye Nezareti şifre kalemi müdürü Mehmet Sait Hâlet Bey ile Beyza Hanım’ın oğlu. Sekiz yıl Galatasaray Sultanisi’nde okudu, bir ara Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi, üç ay sonra ayrılarak öğrenimini Adliye Meslek Mektebi’nde bitirdi. Zabıt kâtipliği, Osmanlı Bankası’nda ve Devlet Denizyolları’nda memurluk yaptı. Küçük yaşta sufi edebiyatıyla ilgilenen babasından Farsça ve Fransızca, Mevlevi şeyhi Remzi Efendi ve Rauf Yekta Bey’den musiki dersleri aldı. Farsçanın yanı sıra ilgi duyduğu Arapça, Hintçe, Sanskritçe gibi doğu dillerini, bu dillerde yazılmış yapıtları özgün metinlerinden okuyup anlayacak düzeyde öğrendi. Son görevi İÜEF Felsefe Bölümü’nde kütüphane memurluğuydu.
Klasik Türk edebiyatı ile Fars edebiyatını iyi bilen Çelebi 18 yaşına kadar, hiçbir kitabına almadığı, klasik tarzda gazeller yazdı. Eski Doğu kültürü, tasavvuf kaynağından gelen temler ve motiflerle beslenen serbest şiirlerini 1937’den itibaren Ses, Küllük, Hamle, Servetifünun-Uyanış, Yeditepe, İstanbul, Türk Sanatı dergileri ile Gün gazetesinde yayımladı. 1940’lardaki yeni şiir akımına kendine özgü havası ile o da katıldı. O. V. Kanık ile birlikte eski kuşakların en çok alay ettikleri iki şairden biriydi. Bu alaylarda onun şiirlerinde yer verdiği anlamsız ve saçma olarak görünen “om mani padme hum” gibi ibarelerin varlığı da rol oynuyordu. Kendisi bu konuda şunları söyler: “Gene ritm itibariyle nadiren kullandığım ve maalesef en ziyade dedikoduyu mucip olan bir noktaya temas edeceğim. Bunlar bilhassa Mısr-ı Kadim, Sidharta, Kilise, Sema-ı Mevlana gibi, bir atmosfer vücuda getirmeyi hedef tuttuğum şiirlerimde kullandığım yabancı kelimeler ve formüllerdir ki manalarını anlamaya ihtiyaç yoktur. Çünkü bunların manaları anlaşılırsa şekil ve ahenklerinin güzelliğine okuyucu dikkat etmez. (…) Nerede kaldı ki bunlar bir atmosfer vücuda getirmelerine rağmen manasız da değildirler.” İstanbul dergisinde “Benim Gözümle Şiir Davası” başlığı altında yayımladığı (Temmuz-Aralık 1954) altı makalede şiir anlayışını açıkladı: “… şiir kelimelerin bir araya gelmesinden hasıl olan büyük bir kelimeden başka bir şey değildir. Bir tek kelime hecelere ayrıldığı zaman nasıl o heceler başlı başına bir mana ifade etmezse şiirde de teker teker kelimelerin manalariyle uğraşmak beyhudedir. (…) Altşuurda hazırlanan iç ve dış âlemin birikintileri vardır. Bunlar şairin şuurlu müdahalesiyle ve zekânın iradesiyle şekle bürünür ve şahsiyetin kalite ve kıymetine göre sanat kıymeti taşırlar. Şiirin criterium’u zannımca hassasiyet değil, fakat bazı ruh anlarımızdır ve şiir bu anların tespiti demektir.” Şiirlerinde kendi deyişiyle “hayatta olduğu gibi, müşahhas malzemeyle mücerred bir âlem” yarattı. S. Erözçelik onun “şiir düğümünü” dört ırmakla ördüğünü söyler: “Uzak doğu gizemciliği, tasavvuf, kutsal kitaplar ve çocukluğundan miras kalan sisli dünyanın kalıntıları. İlk bakışta bir araya gelmesi tuhaf gözükebilecek bu ırmaklar, bu gerçekten çelebi insanın yarattığı şiir dünyasında, hiç de iğreti durmadan, handiyse aynı yataktan akacak kertede yakınlaşmışlar.” B. Necatigil’in nitelemesiyle, “Doğu-Batı kültürlerini bağdaştırarak, ilhamını Asya tasavvuf ve dinler tarihinin ünlü kişilerinden, eski doğu medeniyet ve masallarından alan” Çelebi bütün beslenme alanları ve kültürel göndermeleriyle eski –hatta neredeyse arkaik– bir dil ve söylemle modern bir şiir kurdu.
İlk yazıları 1938’de Ses dergisinde yayımlandı. 1942’ye kadar yazılarını Ses/Yeni Ses, Hamle, Sokak, Yeni Yol, Yeni Adam, Gün gibi liberal, hatta sol yayın organlarında yayımladı. 1942-49 arasında bir suskunluk dönemine giren Çelebi daha sonra İstanbul, Büyük Doğu, Türk Düşüncesi, Türk Sanatı, Türk Yurdu gibi görece muhafazakâr dergilerde göründü. Hakan Sazyek, Bütün Yazıları’nın sunuşunda, bu yazıların belirgin özelliğinin “mensur şiir ya da şiirsel metin tarzında” olmaları ve “şairin hayal dünyasındaki mistik, olağanüstü evreni önceleyen yapıyı yansıtması” olduğunu belirtiyor.
ESERLERİ
Şiir:
- He, İst.: Ahmet Sait Mtb., 1942
- Lâmelif, İst.: Sedat B., 1945
- Om Mani Padme Hum, İst.: Yeditepe, 1953 (ilk iki kitaptaki şiirlerin büyük bölümünün, yeni şiirlerin de ilavesiyle, toplu basımı)
- Bütün Şiirleri, (haz. S. Özpalabıyıklar) İst.: YKY, 1998 (Om Mani Padme Hum’un, kitaplarına girmemiş ilk ve son şiirlerinin de eklenmesiyle genişletilmiş basımı)
Diğer:
- Mevlâna: Hayatı, Şahsiyeti, Eserlerinden Parçalar, İst.: Kanaat, 1939
- Mevlâna’nın Rübaileri, İst.: Kanaat, 1939
- Molla Câmi: Hayatı, Şahsiyeti, Eserlerinden Parçalar, İst.: Kanaat, 1940
- Konuşulan Fransızca, İst.: Kanaat, 1941
- Eşrefoğlu Divanı, İst.: Ahmet Halit, 1943
- Seçme Rubailer, İst.: Yokuş, 1944
- Pali Metinlerine Göre: Gotama Buddha, İst.: Batı, 1946
- Les Roubaiat de Mevlâna Djelaleddin Roumi, Paris: Adrien Maisonneuve, 1950
- Naima: Hayatı, Sanatı, Eserleri, İst.: Varlık, 1953
- Divan Şiirinde İstanbul, İst.: İstanbul Fetih Derneği, 1953
- Ömer Hayyam: Hayatı, Sanatı, Eserleri, İst.: Varlık 1954
- Mevlânâ ve Mevlevîlik, (Mevlana adlı yapıtıyla Mevlevilik üzerine incelemeleri) İst.: Nurgök Mtb., 1957
- Bütün Yazıları, (haz. H. Sazyek) İst.: YKY, 1998.
ESER ÖRNEKLERİ
ASAF HALET ÇELEBİ ŞİİRLERİ
HE
Vurma kazmayı ferhaaad
He’nin iki gözü iki çeşme asahhh
Dağın içinde ne var ki
Güm güm öter
Ya senin içinde ne var
Ferhaaad
Ejderha bakışlı he’nin
İki gözü iki çeşme
Ve ayaklar altında yamyassı
Kasrında şirin de böyle ağlıyor ferhaaad
İNSANLAR
yeryüzünde olmuşlar
kafaları kafama benziyor
elleri ayakları var
benim de var
su istiyorum
su veriyorlar
meramımı anlıyorlar
ağzımın kımıldanışından
dokununca gövdelerine
kaçmıyorlar
soruyorum kim olduklarını
insanız
diyorlar
MARİYYA
çin kadar uzaklardan
can kadar yakından
sen bir masal kızısın
dün
çinden gelmiştin
bu gün
lizboa’dan
yüzünde tarçın kokusu
gözünde cîn
bir gün buradan gidersin
mariyya
can kadar yakın
çin kadar uzak
lizboa boyalı haritalarda kapanır
bir gün buradan gidersin
mariyya
aynalarda seni ararım
bu şehirde seni ararım
bu dünyada seni ararım
mariyyaaa
İBRAHİM
İbrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim
güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
İbrahim
güneşi evime sokan kim
asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
İbrahim
gönlümü put sanıp da kıran kim
KAYNAKÇA: M. Miyasoğlu, Asaf Hâlet Çelebi, Ank., 1990; İbnülemin, Şairler, I, 64-65; Necatigil, İsimler, 114; Baydar, 64-67; Kaplan, Cumhuriyet, 165-174; Alangu, 100 Ünlü, İst., 1974, s. 1415-1420; H. Taner, Ölür İse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil, İst., 1983, s. 40-46; A. İnam, “Şiirimizde Mistik Yönelimler”, Yeni Dergi, S. 111 (Aralık 1973), s. 21-35; H. Yavuz, “Asaf Hâlet Çelebi’nin Semâ-ı Mevlânâ Şiirini Yeniden Okuma Denemesi”, Şiir Atı, Kitap/2 (Kasım 1986), s. 23-34; S. Erözçelik, “Son Vezir Asaf’ın Şiir Dünyasında Nedircik Yavruları, Bir İpuçlandırma Çalışması”, aynı yerde, s. 35-71; A. Uçman, “Çelebi, Âsaf Hâlet”, DİA, VIII, 259-261.