HAYATI
Tarihçi, mütefekkir, devlet adamı. 1822’de Lofça, Bulgaristan’da dünyaya geldi. 25 Mayıs 1895’te İstanbul’da yaşama veda etti. İlk ve orta eğitimini memleketinde tamamlayarak İstanbul’a geldi ve medrese eğitimine başladı. Devam ettiği Murat Molla Tekkesi’nde Arapça, Farsça ve mantık dersleri aldı. Hendeshane’de matematik öğrendi. Eğitimi sırasında Fransızca da öğrenen Ahmet Cevdet Paşa, medrese öğrenimi görerek icazet aldı. Dönemin Şeyhülislamı tarafından tanıştırıldığı, kendisine yakınlık gösteren Reşit Paşa’nın himayesinde siyasetle ilgilenmeye başladı. Maarif Meclisi üyeliği ve Darülmuallimin müdürlüğü görevine atandı. Fuat Paşa ile birlikte ilk Osmanlı dilbilgisi kitabı sayılan, üç lisanın (Türkçe, Arapça ve Farsça) dilbilgisini açıklayan Kavaid-i Osmaniye adlı eseri yazdı.
Kurulmasında önemli rol oynadığı Encümen-i Daniş üyeliği görevine getirildi. Bu kurulun kararıyla 1774-1826 yılları arası Osmanlı tarihini anlatan ünlü eseri Tarih-i Cevdet’in yazımını ve İbn-i Haldun’un Mukaddime adlı eserinin çevirisini üstlendi. 1855’te Tarihinin ilk üç cildini bitirince vakanüvisliğe getirildi. Eserini modern tarih anlayışına göre uygun olarak hazırladığı otoriteler tarafından kabul edilmektedir. 1837’de Meclis-i Ali-i Tanzimat, 1864’te Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliye üyeliği görevine atanan Ahmet Cevdet Paşa, vakanüvislikten ayrılıp Halep Valiliği, 1866’da da Divan-ı Ahkam-ı Adliye Reisliği yaptı. Başkanlığında bulunduğu Mecelle Cemiyeti tarafından Mecelle’nin dört cildi yayımlandı.
Fikir ayrılığına düştüğü Şeyhülislam tarafından görevinden azledilip Bursa valiliğine atandıysa da, kontrolü olmadan hazırlanan Mecelle’nin beşinci ve altıncı ciltlerinin ağır eleştirilere uğraması üzerine yeniden komisyonun başına getirildi ve bu ciltler yeniden yazıldı. Maarif ve Adliye nazırlıkları yaptı. Ayrılıp ikinci kez atandığı Dahiliye ve Evkaf nazırlıklarından sonra bir süre Suriye Valisi oldu. Suriye valiliğinden Ticaret nazırlığına, 1886’da yeniden Adliye nazırlığı görevine getirildi. II. Abdülhamit tarafından Meclis-i Ali üyeliğine atandı. Son yıllarını daha çok ilmi çalışmalarla geçirdi.
Ahmet Cevdet Paşa, uzun süre M. Reşit Paşa’nın yardımcısı olarak çalışmasına rağmen, Batıcılara karşı İslami düşünce ve geleneklerin savunuculuğunu yaptı. Abdülhamit tarafından da itibar gördü. Mithat Paşa ile sürekli mücadele etti. Medeni hukuktaki boşluğu Fransız medeni hukukunu Türkçeye çevirerek doldurulmasını isteyen Batıcılara karşı çıktı. Başkanı olduğu Mecelle Cemiyeti tarafından Mecelle’nin on altı kitabının hazırlanmasını sağladı. 1774-1826 yılları arası Osmanlı tarihini inceleyen eseri Tarih-i Cevdet, Osmanlı tarihçiliğinin en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Abdülhamit’in isteği üzerine yazdığı Maruzat’a 1836-79 arası geçen olayları değerlendirmiştir.
Altı ciltten oluşan ünlü Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa adlı eserinde Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar tüm peygamberlerin hayatı ve II. Murat dönemine kadar İslam tarihi, sade bir dil ve samimi bir üslupla anlatılmıştır. Fuat Paşa ile birlikte hazırladığı Arapça, Farsça ve Türkçe dilbilgisi kurallarının anlatıldığı eserin sadeleştirilmiş biçimi olan Kavaid-i Türkiye, uzun yıllar okullarda ders kitabı olarak okutuldu. Şiirlerini, ömrünün son yıllarından II. Abdülhamit’in ısrarı üzerine bir Divançe’de topladı. Ayrıca Süruri Mecmuası’nı derleyerek basımını sağladı (1883).
ESERLERİ
- Medhal-i Kavaid (ilköğretim için, 1851)
- Beyan’ül-Ünvan (İslâm İlimleri Metodolojisi, 1856),
- Mukaddime-i İbn-i Haldun (Mukaddime’nin altıncı faslının çevirisi, 1860; 3 cilt halinde basıldı, ilk 2 cilt Pirîzade Mehmet Sahib Efendi)
- Malumat-ı Nafia (ortaokul seviyesinde ders kitabı, 1862)
- Kavâid-i Osmaniye (Keçecizade Fuad Paşa ile, 1864; daha sonra Ahmed Cevdet Paşa imzasıyla Tertib-i Cedid Kavaid-i Osmaniye adıyla; sadeleştirilmiş şekli: Kavâid-i Türkiye, 1873; Almancası 1855)
- Kavaid-i Türkiyye (ilköğretim için, 1875)
- Divan-ı Saib Şerhi’nin Tetimmesi (İranlı şair Saib-i Tebrizî’den)
- Mi’yar-ı Sedad (mantık, 1876)
- Tezâkir-i Cevdet (40 tezkire, 1853-87; 4 cilt olarak yeni harflerle 1953-67)
- Takvim’ül-Edvâr (1870), Mecmua-i Ahmed Cevdet (mektuplar, elyazması, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığında numara 98’de kayıtlı)
- Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye (kanun, Ahmed Cevdet’in başkanlığında heyet, 16 cilt, 1868-76)
- Adâb-ı Sedat fi İlmi’l-âdâb (1877)
- Belâgat-ı Osmaniye (edebiyat kuralları, 1881)
- Tarih-i Cevdet (otuz senede yazıldı, 1854-1885; ilk altı cildinden seçmeler MEB Kültür Yayınları arasında Seçmeler I, II adlarıyla çıktı, 1973; Üç Dal Neşriyat tarafından Tarih-i Cevdet adıyla 6 cilt olarak yeniden basıldı, 1983)
- Hülasatü’l-Beyan fi Telifi’l-Kur’an (Arapça, 1885)
- Hilye-i Saadet (1886), Mecmua-i Aliye (ders notları, tek nüshası İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığında)
- Eser-i Ahd-i Hamidî (ilkokul ders kitabı, 1891)
- Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefa (1915, haz. Fatma Aliye; Mahir İz tarafından sadeleştirilerek MEB tarafından yayımlandı, 1972; Kazan Türkçesiyle 1900, 1911)
- Mâruzat (1839-1876 arası olayları anlatır, 1890; yeni harflerle Yusuf Halaçoğlu tarafından 1980), Kırım ve Kafkas Tarihçesi (1890)
- Divançe (basılmadı), Sultan Abdülhamid’e Raporlar (2000), İki Cihan Güneşi Hz. Muhammed (sad. Ali Eren, 2003).
ESER ÖRNEKLERİ
TARİH-İ CEVDET’TEN BİR ÖRNEK
ALEMDAR PAŞA VAK’ASININ MUKADDEMAT VE MEBADİSİ
…
Ayanlar, böyle birer birer memleketlerine avdet ettikçe, Alemdar’ın kuvvetine za’f gelmekte iken, vükela, berveçhi bala bister-i gaflette bikayd ve biperva yatmakta ve Ocaklu ise el altından fitne kazganını kaynakmak idi. Çünkü Ocaklu, Alemdar Paşa’ya, Yeniçeri ocağı üzerine konmuş bir bum-ı bela nazariyle bakıp, anı bu yurdun üzerinde uçurup kaçırmaya muktedir olamayacaklarını dahi derk ettiklerinden, bir dam-ı desiseye düşürmek üzere, kendisinin kolu kanadı hükmünde bulunan ayanların birer birer çekilip yevmen feyevma kuvvetinin azalmasını temenni ediyorlardı.
Binaenaleyh Yeniçeri hanedanından Pasban-zade Osman yerine Vidin valisi olup, Molla Paşa unvanıyla şehir olan İdris Paşa, Ocaklu tarafından vaki olan teşvikat üzerine Rusçuk aleyhine bir harekete göstermekle, Alemdar Paşa, Rusçuk’un muhafazası için Boşnak Ağayı askeriyle ol tarafa gönderdi. Boşnak Ağa ise, kendisinin cümletülmülkü ve cesur bir zat olduğundan, anın Derisaadet’ten gitmesiyle, Alemdar’ın kuvvetine haylice zaaf geldi. Bunun üzerine, Ocaklu büyük ümitlere düşerek, evail-i ramazanda meşveret-i hafiyyeyi sıklaştırdı.
Ve filvaki asakir-i mualleme yirmi otuz bine baliğ olduktan sonra Rumeli ayanlarının avdetlerine ruhsat itasında bir beis yoğidi. Amma sekban-ı cedid neferatının adedi bu avanda henüz dört bine baliğ olup, bu miktar ise Ocaklu tarafından iykaı tasavvur olunan fitne harikinin itfasına kafi olmadığını cihetle, ayan ve hanedanların böyle pey der pey avdetlerine ruhsat itası büyük hata idi.
Ne çare ki, vükelanın basar-ı basiretini perde-i gaflet bürüyüp, meydanda cereyan eden fesadatı görmez ve kimesneden bir şey sormaz ve reviş-i hale bakup da netice-i meali anlamaz ve halisane ve bigarazane söz söyleyenlerin ihtaratını dinlemez olduklarından, gündüzün oruç keyfi diyerek ahşama değin cevami’de dolaşıp ve ba’de davet-i iftar vesilesiyle bir mahalde buluşup, saat üçe beşe kadar öyle nazik vakitleri imrar ve andan sonra amade-i haclegah-ı hayal olan civari-i bimisal ile eğlenmeye hasr-ı efkar etmekte idiler.
Maneza ki bazı ekaribin taife-i nisa gibi tezyine rağbet edegeldiklerine takliden, orta halde bulunanlar dahi laakal danesi yüz ve yüz yirmi guruşluk destarlar ve topu dört beş yüz guruşluk hindi kumaşlar ve dörder bin guruşluk kürkler ve üçer bin guruşluk fermayiş ve marpıç şallar ile giyinip kuşanmağa adet ettiklerini itba’ ve esnaf ve ahad makuleleri görerek, şeref-i insaniyet ve sermaye-i ademiyettir za’mına zehab ile herkes avret gibi tezyine rağbet ve bu daiye giderek askeri taifesine dahi sirayet etmekle, Rumeli asakiri sim ü zerden tozluklar ve çaprast tabir ettikleri sinebendler ve her biri ceviz kadar gümüş düğmeler ve yekpare sim-i halisden dökme kundaklı tabancalar ve tüfenkler ve bunlara benzer kılıç ve en’am kesesi ve barut kapağı ve fişenklikler yapdırup, yirmişer otuzar okka sim-i halisi hamil ve askerliğe lazım olan sürat-i hareketten pesmande ve atıl oldular. Ve medar-ı teşvik olmak üzere sekbanların ulufe ve maaşları tavaif-i askeriyeye layık ve kafi olacak miktardan ziyade olarak tayin ve tahsis olunmuş ve bazıları zaten agniyadan olmak sebebiyle halleri müsait bulunmuş olduğundan sekban neferat ve zabıtanından bazıları dahi şubara tabir ettikleri kalpaklarını altundan mensuç ala şeridlere tezyin ve tepelerine düğmeden büyük hürmüzi inciler temkin eylediklerinden başka, üzerlerine biner ve bin beşer yüz guruşluk şallar sarıp, ana göre elbise ve eslahaca askerliğe layık olmayacak surette arayiş ve alayiş ile esvak ve bazarda geşt ü güzar etmekte idiler.
Bir zaman Devlet-i aliyyenin saire mukaddem ve muteber ve müstahdem bir sınıf-ı askerisi iken, şimdi hasrildünya ve ilahire sırrına masadak ve kulluklarda ve köşe başlarında limon ve kömür satarak çare cuy sıdırmak olan Yeniçeri güruhu ise, sekbanların bu hal-i refah ve samanını gördükçe, yüreklerinin yağı erimekte olduğu halde, ramazan-ı mübareğin evasıtında, resm-i kadim üzere sair ocaklar gibi sekban ocağı zabitanı dahi bir gece Babıali iftarına med’u olmağın, envaı ziyb ü alayiş ile Babıali’ye geldiler. İşte bu iftar gecesi dahi ocaklunun ciğerlerini ateş-i gayz u hased ile kebab eyledi.
Yeniçerilerin bu veçhile kin ve adavetleri müşted olarak, ateş-i ihtilal pek ziyade müstaid-i işital olup, kahvehanelerde eracif çoğaldı ve kimi cümle erkan-ı devletin esvab-ı kadime-i resmiyetlerini soyacaklar ve başlarına şubara giydirip nizam-ı cedid kılığına koyacaklarmış ve kimi Yeniçeri ocağı ilga olunacak ve herkesin ellerindeki nanpareler alınacak imiş gibi havadis-i kazibe neşreder oldular. Ve Babıali duvarlarına:
Rumeli’den geldi bir çıtak
Bayram ertesi ya kılıç oynayacak, ya bucak
Gibi fıkraları havai yaftalar yapıştırdıldı.
Alemdar’ın ahibbasından olan bazı dakika şinasan bu mukaddematın bir fena netice vereceğini fehm ü iz’an ederek ana göre artık Edrine canibine azimet ve Rumeli asakirini cem’ile tecdid-i kuvvet ve tanzim-i asker maddesi gereği gibi rabıta bulununcaya dek orada ikamet etmekten başka cay-ı selamet kalmadığını kenduye pek hor ve hakir görüp “Birtakım manav ve leblebici ve kayıkçı güruhu ne yapabilir” deyü bu misillü ihtaratı guş-ı istihza ile istisma ederek, asla ihtiyata raiyet eylemezdi.
Halbuki düşmanı küçük görmek ne kadar büyük hata olduğu nezd-i ukalada külfet-i beyandan azadedir.
Alemdar Paşa, İstanbul’un haline vakıf olmadığı cihetle, bu babda anı haydi ma’zur tutalım. Ya vükela vir rical-i devlet namına olan yadigarlara ne diyelim ki, İstanbul’un sevabık ve levahık ahvalini layıkıyle bilürler iken, anlar daha ziyade gafil ve zevk ü sefaya dalup, incamkar mütalaasından atıl idiler.
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) – Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) – Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) – Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Ahmed Zeki İzgöer / Ahmed Cevdet Paşa (1999), Ercüment Kuran / Türk-İslâm Kültürüne Dair (2000), Son Dönem Tarih Araştırmalarına Bir Bakış (Cumhuriyet Kitap, 11.01.2001), Bursalı Mehmed Tahir (1333). Osmanlı Müellifleri. C. II. İstanbul. Ergun, Sadeddin Nüzhet (1936-1945). Türk Şairleri. C. III. İstanbul. Halaçoğlu, Yusuf ve M. Akif Aydın (1993). “Cevdet Paşa”. İslam Ansiklopedisi. C. VII. İstanbul: TDV Yay. 443-450. İnal, İbnü’l-Emin Mahmud Kemal (1988). Son Asır Türk Şairleri. C. I. İstanbul: Dergah Yay